20 Haziran 2017

Bürokrat “dava adamı” olmalı mıdır?

Ekonomiyle ilgilendiğim için bana ulaşan sosyal medya iletilerini dikkatle okumaya çalışırım. Elimden geldiğince farklı düşüncelere, yaklaşımlara ulaşmaya, onları anlamaya ve aklım yettiğince değerlendirmeye gayret gösteririm.

Bu bağlamda geçenlerde bir yorum ilgimi çekti. Ekonomi bürokrasisinden bahseden ve çeşitli uyarılar içeren yazıda şöyle bir bölüm vardı; ” Bürokraside dava bilinci ve ehliyet/liyakat bir arada olmadığı sürece bu savaşın zora gireceği hep konuşuldu. Ama maalesef dava bilincini rüyasında görmemiş isimler bir de ehliyetsiz elleriyle zarar üstüne zarar verdiler. Kurumlar günden güne geriye gitti. Şahsi hesaplar ve husumetler ana gündem oldu”

Buna benzer söylemleri son aylarda çok duymasam ilgi göstermezdim. Sadece ekonomiyle ilgili kurumlarda değil. Kamuda nerede bir başarısızlıktan, yanış giden işten, karar alma sürecindeki sıkıntılardan bahsedilse, karşınıza “savaş” ve “dava bilincine aykırılık” çıkıyor.

Benim bildiğim TBMM kararı olmadıkça ülkenin savaşa girmesi mümkün değil. Öyle bir karar olmadığına göre dış düşmanla savaşta değiliz. Eğer kastedilen ülke içindeki siyasi mücadele ise o da “savaş” olarak nitelendirilemez. Çünkü savaşta iken yapılan her şey mubahtır. Öldürmek de dahil. Bu nedenle “savaş” kelimesinin “teşbih” olarak yazıldığını kabul etmek istiyorum.

Ama “dava” söylemi başka bir şey.

Bana göre devlette bir tek dava (!) vardır: Ülkeyi sevmek, kamu eliyle zengin yaratmak için devleti soymamak. Bunu “dava” olarak kabul etmeyenin ne kamuda ne de özel sektörde bir işi olamaz. Olmamalı. Sahtekârın, hırsızın, kul hakkı yiyenin devlet memuru olması yasal olarak da mümkün değil. Dolayısıyla, devlet işlerinde bir partiye göre, çalışana göre değişen bir  “dava bilinci” olabileceğini düşünemiyorum.

O zaman bu “dava bilinci” söylemi ne anlama geliyor acaba?

Biz 1978 yılında kamuda işe başladığımızda büyüklerimiz bizi, “iktidarın değil devletin memuru olun” diye çok ilkeli bir şekilde uyardılar. Sonraki tecrübelerimiz bu basit ama önemli gerçeği defalarca gösterdi. İktidarlar değişirken memurlar da değişirse devletin devamlılığı kalmıyor. Daha önemlisi, iktidarın her dediğini yapan memur, yapılan yanlışlar konusunda siyasetçileri uyarmıyorlar. Çünkü onların amacı devlete değil partiye hizmet etmek. Böylelikle olabildiğince hızlı bir şekilde milletvekili olmak veya kamuda üst düzey görev almak.

Ayrıca kamuda işe girerken ehliyet/liyakat yerine “hamili kart yakınımdır” ilkesi geçerli olunca, o kurumda iş yapma, uzmanlaşma, karar alma, atama, moral gücü vb. etkenler bozuluyor. Dahası işe göre adam değil, adama göre iş uygulaması hayata geçiyor.

Sonunda kurumlarda devlete aidiyet duygusu yok oluyor. Yani çalışan kurumsal kimlik kazanamıyor. Çünkü çok iyi biliyor ki, işe girerken kurallar eşit uygulansaydı o işe sahip olamayacaktı. Onu işe alan bilgisi değil “kart” sahibi. O da kuruma karşı değil, o şahsa ve/veya partiye karşı bir bağlılık duygusu taşıyor. Partinin bir dahaki seçimi kazanabilmesi için yapılması gerekenleri, kurumun, daha doğrusu devletin, uzun vadeli çıkarlarının önüne koyuyor. Bazen günü geçiştiriyor, çoğu zaman ben de bu pastadan ne kadar pay alabilirim diye düşünmeye başlıyor. Devletin memuru olamıyor.

Eğer devlette iş bulmak, çalışmak ve yükselmek için ehliyet/liyakat yetmiyorsa, bir de siyasetçiler bu yönde bilinçli bir tercih koruyorlarsa, çalışan eninde sonunda “davanın adamı” oluyor.

Devlet, kurumsal olarak  erozyona uğruyor, zayıflıyor.



Son söz: Mevkilerini para ile alanlar, masraflarını geri alma gayretine düşerler. (Aristo)

1 yorum:

  1. Hakan Hocam ellerine sağlık. Sığ ve öngörüsüz insanların hırsı kurumların ve kurumsal bilincin yok olması sonucunu doğuruyor. Bu durumun sakıncalarını bir süre sonra daha belirgin olarak yaşayıp göreceğiz.

    YanıtlaSil