Çok bilinen bir
hikayedir. Napolyon, çok önem verdiği bir savaşı kaybedince generalleri toplar.
Hesap sorar; “Savaşın kaybedilmesinin nedenleri nelerdir?” der. Bir general,
“Yedi nedeni var efendim. Birincisi, barutumuz bitti.” deyince, İmparator
hiddetle bağırır; “tamam gerisine gerek yok” der.
Her ay yayımlanan
bütçe tahsilat verilerine bakarken, hep bu olay aklıma gelir.
Nedeni basittir.
Bir devletin devlet
olabilmesi için ilk yapması gereken şey vergi koymak ve daha önemlisi koyduğu
vergiyi toplayabilmekten geçer. Koyduğu vergiyi toplayamayan devlet olmaz.
Verginin tarihte
önemli yeri var. İsyanların büyük çoğunluğu vergilere itiraz nedeniyle
çıkmıştır. Örneğin, Amerikan bağımsızlık savaşı, İngiltere Kraliçesinin 100 Yıl
Savaşlarının yükünü kolonilere yüklemek için ek vergi koyması üzerine
başlamıştır.
Ancak vergi hiçbir
zaman gönüllülük esasına göre toplanmaz. Nasıl
hukukun arkasında güç ve zor olmadan kurallar uygulanamazsa, zorlama olmadan
vergi de toplanamaz. Zorlamayı yapacak olan da hukukun üstünlüğüne göre
örgütlenmiş devlet aparatıdır.
Oysa Türkiye’de son
yıllarda vergi tahsilatında bir sorun var gibi.
Kesin konuşamamamın
nedenini, “bütçenin dönemselliği”
ilkesinin cezalar için ne kadar geçeli olduğundan emin olamamam. Bu ilkeye
göre; bütçede o yıl içinde oluşan (tahakkuk eden) gelirlerin gösterilmesi gerekir.
Ama tanıdığım uzmanlar, geçmiş yıllarda tahakkuk eden ve ödenmeyen KDV ile
cezaların da bütçede gösteriliyor olabileceğini düşünüyorlar.
Bu bağlamda aşağıdaki
tabloya bakarsak.
2006-2016 arası on
yıllık dönemde KDV ve ceza tahsilatlarında, özellikle 2009 Krizinden sonra,
önemli bir bozulma var. 2006 yılında
27,5 milyar liralık bütçe geliri tahsil edilemezken, geçen bu rakam geçen yıl 293
milyar liraya çıkmış. On yıl önce yüzde 81 civarında olan KDV tahsilat
oranı, 2016’da yüzde 52’ye düşmüş. Cezalarda durum daha da vahim. Yüzde
58’lerde olan oran, on yıl sonra yüzde 18 olmuş.
Gelir tahsilatındaki
bozulmanın ana nedeni de cezalardaki tahsilat düşüklüğü. Hadi cezaları bir yere
kadar anlayışla karşılamaya çalışmak içi kendimizi zorlayalım. Yanlışı, eksiği olmasa
ceza yemezdi diyelim.
Ama KDV’ye ne bahane bulacağız? Sizce, müşteriden
100 TL alması gerekirken 118 TL alıp, 18 lirasını KDV olarak devlete vereceğim
diyen, devletin malını çalmıyor mu? Yoksa “devletin
malı deniz yemeyen domuz” mu diyor? O zaman kul hakkı yemiyor mu?
Dahası, devlet bunu
neden göz yumuyor? Devletliğini neden yapmak istemiyor? Belki ağır bir yorum ama,
birileri 2006 yılında 3,8 milyar liralık KDV’yi, geçen yıl ise 50 milyar liralık
KDV’yi cebinde atmış. Devletin parasıyla hayatını idame etmiş.
Olaya bu açıdan
bakınca, “vatan, millet” söylemlerinin hepsinin içi boş. Hele egemenlik denince
içime afakanlar basıyor. Daha koyduğu
vergiyi toplamaktan aciz bir yapı, nasıl “çağdaş” bir devlet olabilir?
En ilginci de
TBMM’dekiler de dahil, hiçbir siyasi
partinin vergi olayına devletin temeli; vergi kaçırmaya, vergiye el koymaya
hırsızlık olarak bakmaması. Af kanununda seçmene şirin görünmek için sıraya
girmeleri. Böylelikle, bir anlamda, savaşta barutun bitmesine göz yumuyorlar. Hal böyle iken, bizde “koyduğu verginin tahsilatını sorgulamayan,
bütçe hakkına sahip çıkmayan bir Meclisimiz var” yorumları yapıyoruz.
“Meclis ne yapsın? Bu
hükümetlerin işi” demeyin. Eğer vergiler, cezalar fazla ve/veya gereksiz ise o
zaman önlem alsın. Vergiyi/cezayı ya kaldırsın ya da düşürsün. Tahsilatı yürütmenin keyfine bırakmasın.
Son söz: Korkuya yer vermeyen
bir devlette, kanunlar hiçbir zaman gerekli saygıyı görmezler. (Sophokles)
Kaynak:
Muhasebat Gen. Müd.lüğü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder