Ekonomi,
özünde, kıt kaynakların yönetilmesidir. Üretim kaynakları tarihin hiç bir
döneminde insanlara yetmemiştir. Bu nedenle göçler, savaşlar yaşanmıştır.
Siyasal sistemler buna çare bulmak için denenmiştir. Kıt kaynakların yönetimi
işi kapitalizmde piyasaya bırakılmış, sosyalizm denemelerinde devlet merkezi
planla karar vermiştir.
Sovyetlerin
dağılmasından sonra galip görünen piyasa, son küresel krizle çözümü çok zor bir
sorunla karşı karşıya kaldı. Gelişmiş ülkeler bile büyüme sorununa çözüm
bulmaya çalışıyorlar.
Yükselen
piyasa ekonomisi denen bizim gibi ekonomiler ise sıçrama yapamıyorlar. İçine
düştükleri orta gelir tuzağıyla, kişi başına düşen mili gelirleri 10 -15 bir
dolar civarında takılıp kaldı. Bu sıkışmanın küreselleşme, serbest ticaret,
üretim modellerinin değişmesi gibi dıştan gelen konular var.
Ama
söz konusu tuzağın oluşmasında dış etkenler kadar içyapılardan gelen
sorunlardan kaynaklandığı kesin. Yasal ve siyasi kurumsallaşmadaki
eksikliklerin büyümenin önünde önemli engeller oluşturduklarını biliyoruz.
Ekonomide üç ana konu
Bana
göre, Türkiye üç yapısal konuyu çözebilirse daha etkin verimli kıt kaynak
dağılımı yapabilir. Dolayısıyla üst gelir seviyesine geçer ve dünyada ilk on
ekonomi arasına girebilir; a) Sıcak paranın yönetilmesi, b) Kayıt dışılığın
minimize edilmesi, c) Hükümetlerin günlük ekonomik işlere müdahale etmesinin
önüne geçilmesi.
Konular
kitaplara sığmayacak kadar geniş, kapsamlı ve derin. Özetleyerek ele alacağım.
Sıcak para, sermaye
hareketlerinin aşırı serbestliği bu ülkenin 1989 yılından buyana başına
beladır. 1994 ve 2001 ekonomik krizlerine dikkatli bakınca arkasında kamu
açıkları kadar döviz dengelerinin bozulmasını görürsünüz. İçeride yeteri kadar
tasarruf olmadığı düşüncesinden olaya bakınca dışarıdan döviz tasarrufu ithal
edilmesi normal.
Kısmen
doğru olan bu düşüncenin üzerinde dikkatle durulması gereken yanı gereğinden
fazla gelen ve kısa vadeli olan dövizin ekonomide yarattığı kırılganlıklardır.
Bu nedenle fazla dövizin ülkeye girişi akıllıca yönetilmelidir.
Kayıt dışılık, yazılarımı takip
edenler için bilinen konudur. Uzun zamandır üzerinde duruyor ve elimden
geldiğince ekonomide yarattığı tahribata dikkat çekiyorum. Uzmanlara göre
ekonominin yüzde 30’undan fazlası kayıt dışında. Bunun vergilendirilmesi durumunda
devletin kasasına gelecek kaynağı bir kenara bırakın, kural dışı faaliyetlerin
ekonomik rekabet açısından ne demek olduğunu düşünün. Bilgiye ve rekabete
dayanmayan piyasa yapılarının kıt kaynakların etkin yönetiminin ne kadar mümkün
olduğuna karar verin.
Hükümetlerin
ekonomiye günlük müdahalesinin sınırlanmasına gelince. Siyasetçinin vizyonu
her zaman bir sonraki seçimle sınırlıdır. Örneğin, kamu yatırım kararlarını
alırken, üretime en çok katkı sağlayacak olanı değil en fazla oy getirecek
olanı öne koyar. İhale kararı alırken en uygun teklifi verene değil kendisine
en yakın olana ihale verir. Böylelikle kaynak dağılımı yanlış yönlendirilmiş
olur.
Öte
yandan, böylesi ekonomilerde hükümet değişimleri de kolay olamaz. Günlük
işlerin içinde kirlenen siyasetçi ve bürokrat, koltuğu bıraktığında başına
gelebilecekleri bildiği için, iktidarda/koltukta olabildiğince uzun kalabilmek
için demokrasiden uzaklaşır. Sonuç, zaten az olan kaynakların ekonomiye değil
başka ülkelere akmasını doğurur.
Yazması
kolay uygulaması oldukça zor olan bu konularda devrim yapmadan, ekonomide sınıf
atlamak imkansız, dünyada ilk ona girmek laf-ı güzaftır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder