Merkez
Bankası Başkanlarının değişimi hiç bir zaman kolay olmamıştır. Hem bankanın
fonksiyonları hem de ekonominin içinden geçtiği dönemler, bu kadar etki
yaratmaması gereken bir bürokratik olayın önemini ister istemez artırıyor.
Şartlar
bu defa da değişmedi.
Her
Başkandan olduğu gibi, yenisinden beklenenler
de farklı.
Yasa her şeyden önce
enflasyonla mücadele et, enflasyonu düşür, fiyat istikrarını sağla diyor.
Yıllardır enflasyon hedeflemesi politikası uygulayan TCMB bu konuda pek
başarılı sayılmaz. Belki bu defa enflasyonla mücadelede daha başarılı olunur. Ama
başarısızlığın yasal bir yaptırımı olmadığını biliyoruz.
İktidar partisi ile
borç içinde yüzen şirket ve şahıslar, enflasyonun değil faizlerin
düşürülmesini daha çok önemsiyorlar. Hem de yavaş değil hızlı bir düşüş
beklentileri var. Hızlanmanın gereğini savunanlar, ideolojik bakış açılarını
geri çekerek, dünyadaki ekonomik konjonktürü neden olarak gösteriyorlar. FED ve
ECB sıfır hatta negatif reel faiz uygularken TCMB’nin yüzde 9’lara karşılık
gelen uygulamalarını kabul etmiyorlar.
Ne
dediği pek anlaşılmayan muhalefet
bağımsız merkez bankası söylemi arkasına sığınıp, bankaya iktidara dirensen iyi
olur demeye getiriyor. Bağımsızlığın ne olduğunu tam olarak anladıkları ve
kamuoyuna izah edebildiklerini söylemek çok güç. Hele bir de insanlar bunca
borç yükü altında ezilirken, TCMB’nin neden faiz indirmemesi gerektiğini
anlamakta ciddi olarak zorlanıyorlar. Her zamanki gibi popülizmin kuyruğuna
takılıp, alternatif politika üretemiyorlar.
Buna
karşılık sıcak paracılar tam tersini
söylüyorlar. “Aman ha!” diyorlar. “Sakın hızlı faiz indirme, eğer getiriler
düşerse alır dolarlarımızı gideriz. Aşırı dolarize olmuş ekonominiz sıkıntıya
girebilir. Belki de kriz bile çıkabilir” diye aba altından sopa gösteriyorlar.
Kısacası
ne taraftan bakarsanız bakın zor bir durum.
Benim
görebildiğim kadarıyla, TCMB, fiyat
istikrarı ile adını finansal istikrar koyduğu kur istikrarı arasında kalmış
durumda. Bankaların yoğun olarak dışarıdan dövizle borçlanarak içeride TL
kredi dağıttığını gören para otoritesi, sıcak paracılara karşı sert ve keskin
bir tavır almaktan kaçınıyor.
Sorun,
enflasyon ile kur arasındaki tavırsızlıkta ne kadar haklı olduğunda.
Şartlar
normal olsa ikisini de dikkate alacak, ama fiyat istikrarını öne çıkaracak,
enflasyonla mücadele edecek.
Ama
bu kadar dolarize olmuş bir ekonomide, ekonomik istikrar için, kur ister
istemez öne çıkıyor.
Ülkenin
uluslararası döviz pozisyonu 367 milyar
dolar ( milli gelirin yüzde 51’i) açık verince, şirketlerin döviz varlıkları ile yükümlülükleri arasındaki fark 184
milyar dolar (milli gelirin yüzde 26’sı), ülkenin yıllık dolar ihtiyacı 210 milyar dolar (milli gelirin yüzde
30’u) kadar olunca TCMB ne yapsın? Dahası bankalardaki döviz tevdiat
hesaplarının toplamı da 155 milyar dolar.
Böylesi bir ekonomik
resim istikrarın sürdürülebilmesi için döviz dengesini öne çıkarıyor. Eğer döviz girişi
azalır ve/veya hızlı çıkış olursa, şirketler başta olmak üzere birçok kesimin
etkileneceğini bilen TCMB, faiz politikasını buna göre ayarlamaya çalışıyor.
Şimdilik,
FED ve ECB bol likidite politikasını sürdürdükleri sürece, TCMB’nin eli rahat
olacaktır. Ama bu düzenin sonsuza kadar sürdürülemeyeceği de kesin. O zaman
Türkiye ekonomisi de gelecekteki şartlara şimdiden hazırlanmak durumunda.
Yeni
Başkan bu gerçekleri en az benim kadar biliyordur. Gerekli hazırlıklara biran
önce başlanması için çalışmalara başlayacaktır.
Şimdiden
başarılar.
Elinize Sağlık Saygılar.
YanıtlaSil