Ekonomiyi harekete geçiren, büyüten tüketim ve yatırım
harcamalarıdır. Konuyu basit formülle açıklayalım: Para + Kredi = Toplam harcama (tüketim + yatırım).
Büyümek için devletin, şirketlerin ve hane halklarının
tüketmesi ve yatırım yapması lazım. Ancak bu harcamalar devletin, şirketin ve
ailenin kendi nakdiyle veya geliriyle yapılırsa başka, borç alınarak yapılırsa
başka sonuçlar ortaya çıkar.
Harcamalarda çoğunlukla nakit kullanılması durumunda,
ekonominin hızla büyümesi için reel gelirlerin de hızla artması gerekir. Reel gelir, enflasyondan arındırılmış
gelirdir. Örneğin bir yılda enflasyon yüzde 10 artarken gelir yüzde 5
artıyorsa reel gelir azalıyor demektir. Diğer bir yaklaşımla, reel gelir; aynı parayla daha az mal ve hizmet
satın alınabilmesini ifade eder. Ekonominin büyümesi için tam tersi,
gelirlerin enflasyondan daha çok artması hedeflenir.
Ancak, özellikle 1990 yıllardan sonra, dünyada şirket
hisselerinin artan oranda borsalara kote edilmesi, uluslararası rekabetin aşırı
artması, teknoloji yoğun üretimin yaygınlaşması ve ucuz emeğin bollaşması
sonucunda şirketler ücretleri gerektiğinden daha az artırdılar.
Sonuç tüketimin azalması oldu. İstedikleri kadar mal ve
hizmet satamaz oldular. İşsizler ve
minimum ücretli kesimler, temel ihtiyaçlar dışındaki ürünlere para ayıramaz oldu.
Diğer ihtiyaçları için borçlanmaya başladılar.
Devletler vergi toplamada zorlandı. Büyümek için onlar da
borçlanarak harcama yapmaya çalıştılar.
Devreye hemen
finansal sektör sokuldu. “Sen mal ve hizmet satın al sana kredi, kredi kartı
verelim” kampanyaları başladı. Gelişmiş ülkelerde konut ve otomobil için
var olan sistem, merkez bankalarının desteğiyle önce ucuzlatıldı sonra
yaygınlaştırıldı.
Ekonomi, öncesine oranla, daha hızlı büyüdü. İnsanlar evi,
arabası ve cep telefonu olunca kendini daha zengin saydılar. Aslında hepsi
bankaların malıydı. Zamanı gelince ya
kredi borçları geri ödenecek ya da eve, arabaya el konulacaktı.
Sonunda borçların geri ödenme zamanı geldi. Merkez Bankaları daha ucuz fonlama yapıp
bankaları beslemezse devletler, şirketler ve aileler ucuz/yeni borç almıyor,
alamıyor. Bunun yerine, özellikle şirketler ve hane halkları kredi borçlarını
azaltmaya çabalıyorlar.
Yani yukarıdaki
formülün sol tarafı küçülüyor. Dolayısıyla sağ tarafı da. Daha az tüketim
ve yatırım harcaması yapılıyor. Ekonomiler büyüyemiyor. Başta işsizlik olmak
üzere sorunlar büyümeye başlıyor.
Bunun üzerine yeni
bir büyüme modeli aramaları başlıyor.
Siyasetçilerin bir kısmı yeni modelden bir kısmı da yeni
nesil yapısal reformlardan bahsederken aslında söylemek istedikleri aynı şey. Borçla
büyüme dönemi bitti. Gelirleri artırmak
gerek.
Ama nasıl? Kimse hangi gelirleri artırarak tüketim ve
yatırım harcamalarını nasıl büyüteceğini tam olarak söylemiyor.
İşin kolayı bulunmuş.
Yükler tekrar kamuya yüklenecek. Bol keseden vaatler ortalıkta uçuşuyor. Ama
kamu açıklarının etkilerinden korkulduğu için, mali disiplin söylemi de
dillerden düşmüyor. Bunun anlamı vergi
artışı. O da sıkıntılı. Çünkü çok parası olanlar, vergi alınabilecek kesimler
eğer aşırı vergi artışı olursa, her şeyini alıp başka ülkeye göç edebiliyor.
Yani devletler istediği kadar vergi de koyamıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder