Başta
IMF olmak üzere, birçok uluslararası kuruluşun yıllık raporlarında, yükselen
piyasa ekonomilerindeki reel sektör şirketlerinin kullandığı dolar kredilerinin
tehlikelerinden bahsediliyor.
Artış
çok hızlı. ABD dışındaki ülkelerde, reel
sektöre dağıtılan dolar kredilerinin toplamı, 2010 yılının başında 6 trilyon
dolar iken, Eylül 2014 itibariyle 9,2 trilyon dolara çıkmış. Dört buçuk
yılda yüzde 50’yı geçen artış. Bu paranın kaynağı belli: FED’in parasal
genişleme politikası.
Dünyada
yaşanan bu değişime bizde her zamanki gibi balıklama dalmışız. Hükümet, 2009 yılında Kambiyo rejiminde radikal bir
değişikliğe gitmiş. Yerel bankaların döviz kazancı olmayan şirketlere dövizle
borç vermelerinin önünü açmış. Bir anlamda tabut hazırlanmış.
Aşağıdaki
Grafik 1’den de görüldüğü gibi,
şirketlerin yurt içindeki bankalardan sağladıkları döviz kredilerindeki artış
yüzde yüze yaklaşmış. 2009 yılında 29
milyar dolar kadar olan döviz kredileri, 2010 yılında 57 milyar doları geçmiş.
(Bu rakam Temmuz 2015 itibariyle 138 milyar dolara ulaştı).
Grafik
1:
Bu
veriler gündeme gelince bazı piyasa yorumcuları hemen, “Özel sektör dış borç
alırken akılcı davranır. Boş yere borç almaz” demeye getiriyorlar. Ancak
çalışmalar ve rakamlar bu yaklaşımı pek desteklemiyor.
Önce
dünyadaki durumu özetlemeye çalışayım. Raporlardan
anlaşıldığı kadarıyla, yükselen piyasa ekonomilerindeki şirketlerin büyük bir
bölümü, aldıkları dolar borçlarını yatırıma/ üretime kullanmamışlar. Dışarıdan,
off-shorlardaki şubeleri/şirketleri üzerinden yaptıkları borçlanmaların
dövizlerini ulusal bankalara getirip swap vb. türev ürünlere yatırarak yüksek
gelirler elde etmişler.
Biz
yine, dönüp Türkiye’ye bakalım.
Aşağıdaki
Grafik 2’de, 2008 sonundan Haziran 2015
tarihine kadar, üçer aylık dönemler itibariyle, reel sektör yatırımlarının
büyümeye katkıları görünüyor.
Önceleri
negatif olan katkı, 2009 sonundan sonra pozitif değerlere ulaşmış. Ancak
nedense 2011 yılından itibaren işin rengi değişmiş. Yatırımların büyümeye katkısı önce azalmaya başlamış, sonra negatife
dönmüş ve öyle gidiyor. Buna karşılık, şirketler içeriden ve dışarıdan
aldıkları döviz borçlarını azaltmamışlar.
Grafik
2:
Peki,
alınan paralara nereye harcanmış? Yatırıma mı, tüketime/ithalata mı?
İçeride
yapılan yatırımların bir kısmı makine ve ekipman bir kısmı da inşaat
yatırımlarından oluştuğunu hatırlatarak bu soruya cevap vereyim. Büyümeye
katkının bir bölümü yüksek inşaat yatırımlarından. Demek ki, biraz inşaata ama daha çok ithalata gitmiş. Yatırım ve üretim
yok. Dolayısıyla, biraz büyüme olmuş ama istihdam da yaratılamamış.
Dünyada
ve Türkiye’de asıl cevap aranan soru ise şu: Büyüme yavaşlarsa, dolar kuru hızla artarsa bu döviz borçları nasıl
geri ödenecek? Geri ödemlerde sorunlar çıkarsa finansal sektör nasıl
etkilenecek? Dahası finansal istikrar bozulacak mı? Eğer bozulursa sıfıra yakın
faizle para veren merkez bankaları sistemi kurtarma için ne yapacaklar?
Ben
yine çok soru sormaya başladım. Ama şimdilik elimden gelen bu. Ekonomiler
istenen hızda büyümüyor. Düşük faiz döneminin sonu yaklaşıyor. Biz sadece
seyrediyoruz, soru sorabiliyoruz.
Sorumlu
mevkilerdeki karar alıcılar da hayal tacirliği yapmaya devam ediyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder