Özelleştirmenin
fikir anası muhafazakâr İngiliz başbakanı M. Thatcher’dır. Thatcher, 1980’li yılların
başında; ülkesinde kamu sermayeli işletmelerin özelleştirileceğini, kapitalist
bir ekonomide sermayenin özel şahıslara ait olması gerektiğini ileri sürdü.
Ancak “sermayeyi tabana yaymak” diye
özetlenen yaklaşımla, “blok
özelleştirmeler” yerine sermaye piyasasında “halka arzları” tercih etti.
İngiliz
Muhafazakârlarının asıl amacı, bütçeye kaynak sağlamak kadar borsaları
güçlendirmek ve dünya yatırımcılarını Londra’ya çekebilmekti. Bunda da başarılı
oldular.
Hatırlanacağı
üzere,1990’lı yıllar dünya tarihinde önemli dönüm noktalarından biridir.
Sovyetler Birliği dağılmış, sosyalist devletçi ekonomi düzeni büyük darbe
yemiştir.
Gerek
Gorbaçov gerek diğer SSCB kalıntısı liderler, kapitalist düzene geçişi
hızlandırmak adına hızlı bir özelleştirme hareketi başlattılar. Neredeyse stratejik
görmedikleri tüm işletmeleri özelleştirdiler. Ama ülkelerinde sermayedar
olmadığı için “kupon özelleştirmesi”
denilen bir yöntemle işletmelerin mülkiyetini çalışanlarına devrettiler.
Bir
süre sonra tüm işletmelerde etkinlik, verimlilik ve karlılık sorunları,
eskisinden daha kötü bir biçimde, ortaya çıktı. Kısacası sorunun mülkiyetten
değil piyasaların doğru çalışmaması ve yanlış işletme mantığından kaynaklandığı
anlaşıldı.
Ardından
OECD merkezli bir kampanya ile
dünyada bir “iyi yönetişim” furyası
başlatıldı. Asıl olanın mülkiyet değil, ekonomiye yük olmayan, etkin ve verimli
çalışan işletmeler olduğu genel kabul gördü.
2008
Küresel Krizinde gelişmiş ekonomilerde bankalara ve büyük otomotiv şirketlerine
devletin müdahalesi bu mantıkla açıklanmaya çalışıldı. Batan bankanın ve
şirketin ekonominin genelini olumsuz etkileyeceği ileri sürülürsek trilyon
dolara yaklaşan devasa hazine yardımları yapıldı.
Türkiye’de elektrik
dağıtım özelleştirmeleri
Yukarıdaki kısa
açıklamanın amacı, bir şirketin sahipliğinin, onun ekonomiye kazandırılması
için önemli olmadığını göstermektir. İster kamu olsun ister özel sektör,
eğer işletme ekonomiye yük oluyorsa; düzenleyici, denetleyici devlet oraya
müdahale edebilir. Burada can alıcı nokta “ekonomiye
yük olma” kavramıdır.
Devlet özellikle doğal
tekellerin hâkim oldukları olmak üzere, bir işletmeyi özel sektöre devretmeden
önce, gerekli düzenlemeleri yaparak piyasanın etkin ve verimli çalışmasını
sağlamak zorundadır. Örneğin kayıp kaçağın yaygın olduğu bir dağıtım şebekesini
özel sektöre devredip, sonra dönüp şirketler batıyor demek, eğer amaç başka bir
şey değilse, büyük hatadır.
Kayıp
kaçağın çok olduğu işletme ekonomiye yüktür. Eğer bir işletme tüketiciye,
ekonomiye yük oluyorsa devletin ona müdahale etmesi gerekir.
Ancak
televizyonda canlı yayınlarda özelleşen elektrik dağıtım işletmelerine en
yüksek fiyat veren işletme hakkını almışken kayıp kaçak oranları hiç dert
edilmedi. Hatta çoğumuz “Ne kadar başarılı özelleştirmeler” diyerek yapılanları
alkışladık.
Ne
zaman faturalar cebimizi yakmaya başladı, tüketici uyandı ve yasal/idari
yollardan hakkını aramaya başladı, o zaman yapılan hatanın farkına varıldı. Bu özelleştirmenin, tüketiciyi korumak,
elektriği ucuzlatmak amacına hizmet etmediği ortaya çıktı. Şimdi yapısı itibariyle doğal
tekel olan elektrik dağıtım işinde kamudakinden daha kötü çalışan şirketlerin, batıp batmayacağı konuşuluyor. Tüketiciler değil şirketler düşünülüyor.
Tüketiciye asıl fatura 2016 sonrası kesilmeye başlayacak, dağıtım şirketleri fiyatların serbestleşeceği, belli büyüklükteki tüketicilerin serbest tüketici olacağı dönem 2016 da başlayacak. Küçük tüketiciler kartel yapılaşması bu süre içinde hızla kurulmuş piyasa içinde türk usulü liberal ekonominin ne olduğunu elektrikte'de öğrenecek. Bu işten ancak üretim ve dağıtımdaki şirketlerle bir şekilde bağlantılı büyük tüketiciler para kazanacak, onun dışındakiler bedel ödeyecek. O yüzden bu bir şey değil, daha durun diyorum. Enerji şirketleri ellerini ovuşturup 2016 yı bekliyor.
YanıtlaSil