22 Ocak 2015

Dünya ekonomisi sürdürülemez bir dengede

Yaşadığımız dünya eşitsizlikler dünyası. İşin kötüsü bu eşitsizlikler her geçen gün daha da derinleşiyor. Sorun bir yandan ülkeler arasında diğer yandan zenginler ile fakirler arasındaki eşitsizliği artması.

Aslında insanlık son 60 yılda çok hızlı zenginleşti. II Dünya Savaşı sonrasındaki büyüme ivmesi, başta sanayileşmiş zenginler olmak üzere birçok ülkede refahı artırdı. Örneğin Çin, Kore, Tayvan gibi ülkeler, 1950 yılındakine oranla 25 kat daha zenginleştiler.

Buna karşılık, Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi birkaç ülke daha da fakirleşti. Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki denize kıyısı olmayan ülkeler artan zenginlikte yeterince pay alamadılar.

Öte yandan insanlar arasındaki gelir dağılımı eşitsizliği de inanılmaz boyutlara ulaştı. Gazetelerde okumuşsunuzdur, Oxfam’ın Davos Dünya Ekonomik Formunda kullanılmak üzere yaptığı araştırmaya göre, en zengin yüzde 1’lik kesim yakında nüfusun kalanından daha fazla servete sahip olacak. Diğer bir deyimle, insanların yüzde 1’inin serveti yüzde 99’unun servetinden daha çok olacak. Bahsi geçen araştırmaya göre, 2014 yılında küresel servetin yüzde 48’i en zenginlere aitmiş. Bu oran 2020 yılında yüzde 54’e yükselecekmiş.

En tepedeki 80 dolar milyarderinin servetlerinin toplamı 1,9 trilyon dolar. Bu kesim servetini yılda ortalama 600 milyar dolar kadar büyütüyor. Artış hızı son yıllarda eskisine oranla daha fazla.

Neden?


İşin özü burada zaten. Ultra düşük faiz politikası. 2000’li yılların başından bu yana uygulanmakta olan, hızlı pavyoncunun “bas bas paraları Leyla’ya / Bi daha mı gelecez dünyaya” anlayışına benzeyen para politikaları dünyayı buraya getirdi.

Büyük merkez bankalarının bol likidite, düşük faiz politikasının temel amacı tüketimi artırmaktı. İnsanlar ucuz krediyle tüketecekti. Yanı sıra Ucuz kredi alacak, borsalara yatıracak, borsa zirve yapınca hisse senetleri satılacak, elde edilen gelir tüketime gidecekti. Sistem, özellikle Amerika’da, 2008 Küresel Krizine kadar çalıştı.

Evet ondan sonra da parasal genişleme oldu. Hem de eskisine göre çok daha fazlasıyla. Borsalar dünyada zirve üstüne zirve yapmaya başladı. Hisse senetlerinin fiyatları tavanları deldi. Borsada işlem gören şirketlerin piyasa değerleri inanılmaz düzeylere ulaştı.

Halka açılan Ali Baba, Facebook gibi şirketler, borsadan milyarlarca dolar gelir elde ettiler. Belki bir kısmını yeni yatırımlarına kullanmış olabilirler. Ama paranın çoğu sahiplerinin servetine eklendi.

Balon çok şişti

Ancak, gelinen aşamada şimdi herkes şişen varlık balonlarından bahsetmeye başladı. Asıl korku şişen balon patlayınca ne olacağı konusu. Kimse batacak şirketlere, borçlanıp borsaya giren küçük yatırımcılara bir çözüm öneremiyor.

Varsa yoksa merkez bankaları artık bol keseden para dağıtmaya son versin diyorlar. Ama faizleri de hemen yükseltilmesinden hoşnut olan yok. Aman yavaş deniyor. En basit nedenlerinden birisi, 17 trilyon dolarlık riski bulunan türev ürünlerin büyük çoğunluğunun faiz türevleri olması. Tamam bu türev ürünler vadesi dolunca yenileniyor. Ama ani faiz yükselişleri beklenmedik zararlara neden olabilir. Zaten sorunlu olan banka bilançoları daha da kötüleşebilir. Finansal şirketlerin ek sermaye koyacak gücü olmadığı için dertler yaygınlaşabilir.

Türkiye!

Tabi bu arada bir de bizim gibi dolar bağımlısı ekonomilerin durumu da var. Düşünsenize, TCMB verilerine göre, kamu ve özel sektör, bir yılda yaklaşık 175 milyar dolar borç ödeyecek. Buna 45 milyar dolar cari açık finansmanını ekleyin. Etti mi 210 milyar dolar. Bir de yeni havaalanı, şehir hastaneleri gibi büyük projelerin finansmanı için yeni dış borç aranacaksa, ihtiyaç 220 milyar doları geçer. Faiz çok hızlı yükselirse biz ve bizim gibi ülkelerin büyümesi zora girer.


Yani nereden baksanız, iki ucu “temiz” değnek vaziyeti. Dolayısıyla faizler hızla yükselemez. Ama böyle giderse varlık balonlarının patlama riski ortada kalacak ve yeni bir küresel kriz olasılığı da azalmayacak demektir.

1 yorum:

  1. İnsanoğlu avlanmak yanında, hayvanları evcilleştirip, tarımı öğrenince nüfusu artmaya başlamış. İnsan nüfusu artınca ilk yaptığı şey, büyük imparatorluklar kurup, diğer insanları soyup, köle yapmak için savaşmak olmuş.
    O günlerden bu güne olan biten aynı, görüntü değişiyor, öz aynı. Birileri ezilecek, emek ve servetlerini diğerlerine teslim edecek ki, hakim olanlar rahat yaşasın, büyük önder, lider, hayırsever vs... olsunlar. İnsanlar, ortamlar, zaman, her şey değişiyor fakat oyun aynı neden dersiniz. Bence insanoğlunun aç gözlülüğü, hırsı hepsi bu. İnsan medeni oluyor, kültürlü oluyor (kendine öyle rol biçiyor) fakat bu büyük oyunun en büyük aktörlerinden birisi de nasıl oluyor!
    Umarım bir gün dünyanın bütün insanlar ve diğer canlıların yaşaması için var olduğunu anlar, diğer insan ve canlıların haklarına saygı duymayı öğreniriz.

    YanıtlaSil