Yerli üretimi destekleme ve yerli malı kullanımını
çoğaltmak, yüz yıllardır süren bir çabadır. Sanayileşmenin ilk yıllarından bu
yana süren yöntem araştırmaları, 1990’lı yıllardan bu yana küreselleşmeye yenildi
denebilir. Dünya Ticaret Örgütü ve
Avrupa Birliği kuralları ülkeleri içinden çıkılması zor cenderelere soktu.
Ancak bu saptama, başta sanayileşmiş ülkeler olmak üzere,
üretici ülkelerin bu işten vaz geçtikleri anlamına gelmiyor. Uluslararası dev şirketler
dışarıda ucuza ürettikleri malları kendi ülkelerine ithal ederken ürünün
aslında yerli olduğu konusunda karar alıcıları ikna edebiliyorlar.
Bu konuda en bilinen örnek Apple ürünleridir. Çin’de
üretimin maliyeti 150-200 dolar arasında olan bir telefonun, ABD’deki fiyatı
700-800 dolar Türkiye’deki satış fiyatı ise 1200 dolar civarındadır. Buradaki iki
ülke arasındaki en önemli fark, tüm karın Amerika’ya getirilmesidir.
Bizdeki örnek
Bizdeki en son örnek, 13 Eylül 2014 tarihinde yayımlanan kamu
ihalelerinde yerli malı tebliğidir. 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu kapsamında
çıkarılan Tebliğ özü itibariyle iyi niyetli bir girişim olarak kabul
edilebilir.
Tebliğle getirilen şey basit bir hesapmış gibi görünüyor.
Örneğin şirket, ürettiği ürünlerinde yerli katkı oranı yüzde 51 olmazsa kamu
ihalesine giremiyor. Bu oranın hesaplanmasında TOBB, TESK uzmanları, mali
müşavirler rapor hazırlıyorlar. Tebliğde yer alan formüle göre yapılan
hesaplama oralarda onaylanıyor.
Biliyorsunuz genel bir kurladır.
İyi niyetli başlangıçların başarılı
olabilmesi için mutlaka altyapının sağlam olması lazım. Gerek sanayi gerek
tarım ürünlerinde yerli katkıyı tam olarak hesaplayabilmek için olmazsa
olmazların başında kapsamlı bir
envanterin varlığı şarttır. Üretim Kapasitesi, kullanılan teknoloji, enerji
verimliliği, çalışan sayısı, yabancı girdiye bağımlılık gibi konularda kapsamlı
bilgileri içermeyen bir sanayi envanteri olmadan yerli katkı oranını hesaplamak
çok sağlıklı olamaz. Uzmanların ve mali müşavirlerin bilgi, tecrübe ve
vicdanına kalır.
Konuya makro açıdan bakarsak
karşımıza kur politikası çıkar.
Milli gelirinin yüzde 25’inden fazla sıcak paranın bulunduğu, para
politikasının bile kur politikasınca esir alındığı bir ekonomide sanayi/tarım
sektörünün ihtiyaçlarına göre döviz kuru politikası oluşturmak zordur.
Şunu söylemeye çalışıyorum:
Gereğinden fazla sıcak para girişinin engellenememesi sonucunda kurun değer
kazanmasına engel olamayan bir ekonomide ithal malların ucuzlaması
kaçınılmazdır. Yerli malın fiyatı ithal ürünün çok üzerine çıkarsa ne
yapılacak? Kamu bunu nereye kadar sineye çekecek? Benim ödediğim vergiyle satın
alınacak aşırı pahalı yerli malı nasıl satın alabilecek? Dahası yerli malını
destekleyeceğim diye bütçe açığı büyümeye başlayınca alınacak borçların
faizleriyle kimler biraz daha zengin edilecek?
O zaman, önce sıcak paranın
akıllı yönetilmesi ardından sanayi envanterinin hazırlanması ve buna bağlı teşvik
reformlarının tamamlanması gerekir. Ardından orta vadeli bir yaklaşımla yerli
malının desteklenmesi daha sağlıklı bir yaklaşım olacaktır.
Böylesi alt yapılar tamamlanmadan yapılan uygulamalar insanları “vicdan
ile cüzdan” arasında bırakabilir. Sonunda bu işin maliyeti devlete ve
dolayısıyla vergisini dürüstçe ödeyenlerin üzerine kalır. Bu arada birileri de
köşeyi dönebilir. Hedeflenen bu olmasa gerek.
Ülkeyi kamu ve özel sektör varlık satışları ve borçlanma-portföy gibi diğer sermaye girişlerine sonuna kadar açacaksınız, ülkedeki karşınızda dengeleyici olabilecek bütün güç odaklarını teker teker yok edeceksiniz, otoriter yönetim biçimlerini sonuna kadar uyguluyor olacaksınız ve şimdi kafanıza saksı düşecek, başkalarının pazarı olduğunuzu anlayıp Apple veya Samsung cep telefonları dengi üretim yapmak için adım atmaya karar vereceksiniz. Bu adımları da 20 yıldır uzak doğuya fason üretim yaptırıp, Türkiye'de montajını yapıp, yerli üretim diye içeriye ve Avrupa ya satmaktan sabıkalı şirketler öncülüğünde yapacaksınız. Size ne kadar inandırıcı geliyor bilemem ama ben herkese hayırlı kazançlar diliyorum.
YanıtlaSilHAYRILI KAZANÇ HER ZAMAN DOĞRU OLANDIR.
Sil