29 Temmuz 2014

Artan gelir eşitsizliğine çözüm para politikası olamaz

Krizler dünyada hem ülkeler arasındaki hem de ülkelerin içindeki eşitsizlikleri artırdı. Fakirler daha da fakirleşirken zenginlik hızla küçük bir azınlığın elinde toplandı.

Bu alanda sağlıklı veri yayınlama konusunda en şeffaf ülke olan ABD örneği çok tartışılır oldu. Eşitsizliğin geldiği düzeyin bir göstergesi olarak verilebilecek en iyi örnek şudur: Amerika’da nüfusun yüzde 20’lik bölümü servetin toplamının yüzde 85’ine sahip.

Türkiye’de servet istatistiği tutulmaz. Kimin ne kadar serveti olduğunu devlet bilir ama bilmezlikten gelir. Şunu demek istiyorum, vergi kanunlarımızda yapılan değişiklikle servet vergilendirilmediği için devletin kayıtları yoktur. Çünkü servet ve değişimi vergiye tabi değildir.

Nedeni basit. Bu topraklarda serveti en çabuk değişenler kimler? Bildiniz. Ankara’dakiler.


Neyse konumuz bu değil. Artan gelir eşitsizliği ve bunun nedeni.

Bir ekonomide hane halkı, işletmeler ve devlet ister gelirinden ister  borçlanarak harcama yapsın, o ekonomi büyür. Ama temel kuralı unutmamak lazım. Birinin harcaması ötekinin geliridir. Siz bakkala, markete gidince parayla veya kredi kartınızla yaptığınız ödeme bakkalın gelirini büyütür. Bakkal toptancının gelirini, toptancı fabrikanın veya ithalatçının gelirini çoğaltır. Tabi kamyoncuyu, işçiyi, benzinciyi, lokantacıyı, vergi alan belediyeyi ve devleti vb. binlerce ekonomik aktiviteyi de bunlara eklemek lazım.

Böylesi uzun ve karmaşık zincirleme faaliyetin içinde işlemler ne kadar çok borç yerine nakitle yapılıyorsa ekonomi o kadar sağlıklı demektir. Yalnız burada borçtan kastım gelir karşılığı olmayan borç. Diğer bir deyimle “içmeye ayranı olmayanların tuvalete giderken tahtırevan kullanması”. Yoksa zamanlama olarak nakit ihtiyacı olanın nakit planlaması nedeniyle aldığı kredi değil.

“Tahtırevan” kullananlar kredi aldıklarında; ev, araba, cep telefonu için harcama yaparken büyüyen ekonomi, borçları geri ödeme zamanı geldiğinde küçülüyor. Çünkü hane halkaları, eğer gelirlerinde yeterli artış yoksa, vadesi gelen kredileri geri ödeyebilmek için daha az harcama yapmak zorunda kalıyorlar. Daha az harcadıkları için refahtan daha az pay alıyorlar, daha çok fakirleşiyorlar.

Dahası çoğu zaman borçlarını kapatmak için yeniden borçlanmak zorunda kalıyorlar.

Çözüm vergi reformu

Buna karşılık bankalara mevduat yatırabilenler, her sene aldıkları faiz geliriyle biraz daha zenginleşiyorlar. Örneğin Türkiye’de bankaların mevduata ödedikleri yıllık faiz 2002 yılında 26 milyar liradan fazlaymış, geçen yılsonu itibariyle 40 milyar liraya yaklaşmış. Mevduatın hemen hemen yarısının 70 bin mudiye ait olduğu hatırlanırsa bu kadar büyük kaynağın nerede toplandığı biraz daha iyi anlaşılır.

Yani birileri borç alıp tüketirken diğerleri faiz alıp zenginleşiyor.

Bunun farkında olan bazı yetkililer çözümü faizleri düşürmek olduğunu söylüyorlar. Bu yaklaşımda sadece ekonomik değil daha çok ideolojik yan ağır basıyor. Ama, enflasyon yüksek olduğu için, sıfır faiz olamayacağına göre  yine de borçlanmanın birlerine yükü ve diğerlerine getirisi olacağı muhakkak. O zaman, devamlı borçla döndürülmeye çalışılan bir ekonomide para politikası uzun vadede etkisiz ve yararsızdır.

Bunun yerine, hem gelir dağılımını düzeltmek hem de ekonomide uzun dönemli dengeleri sağlamlaştırmak için maliye politikaları devreye girmek zorundadır. Önce vergi, sonra harcama reformları gündeme gelmelidir. Vergi toplayamayan devletin harcama yapması da mümkün olmadığı için öncelik gelir reformlarına verilmek durumunda. 

“Bana ne ben kömürümü, yardımımı almaya bakarım gerisi beni ilgilendirmez” diyorsanız... Siz yerinizde patinaj yaparken, zenginin daha da zenginleşmesine yardımcı oluyorsunuz demektir. Karar sizin.


NOT: Bayramınızı kutlar, sağlık ve esenlik dolu nice şeker gibi günler dilerim.

1 yorum: