Krizler dünyada hem ülkeler arasındaki
hem de ülkelerin içindeki eşitsizlikleri artırdı. Fakirler daha da fakirleşirken zenginlik hızla küçük bir azınlığın
elinde toplandı.
Bu alanda sağlıklı veri yayınlama
konusunda en şeffaf ülke olan ABD örneği çok tartışılır oldu. Eşitsizliğin
geldiği düzeyin bir göstergesi olarak verilebilecek en iyi örnek şudur: Amerika’da
nüfusun yüzde 20’lik bölümü servetin toplamının yüzde 85’ine sahip.
Türkiye’de servet istatistiği tutulmaz.
Kimin ne kadar serveti olduğunu devlet bilir ama bilmezlikten gelir. Şunu demek
istiyorum, vergi kanunlarımızda yapılan değişiklikle servet vergilendirilmediği
için devletin kayıtları yoktur. Çünkü servet
ve değişimi vergiye tabi değildir.
Nedeni
basit. Bu topraklarda serveti en çabuk değişenler kimler? Bildiniz.
Ankara’dakiler.
Neyse
konumuz bu değil. Artan gelir eşitsizliği ve bunun nedeni.
Bir
ekonomide hane halkı, işletmeler ve devlet ister gelirinden ister borçlanarak harcama yapsın, o ekonomi büyür.
Ama temel kuralı unutmamak lazım. Birinin harcaması ötekinin geliridir. Siz
bakkala, markete gidince parayla veya kredi kartınızla yaptığınız ödeme
bakkalın gelirini büyütür. Bakkal toptancının gelirini, toptancı fabrikanın
veya ithalatçının gelirini çoğaltır. Tabi kamyoncuyu, işçiyi, benzinciyi,
lokantacıyı, vergi alan belediyeyi ve devleti vb. binlerce ekonomik aktiviteyi
de bunlara eklemek lazım.
Böylesi
uzun ve karmaşık zincirleme faaliyetin içinde işlemler ne kadar çok borç yerine
nakitle yapılıyorsa ekonomi o kadar sağlıklı demektir. Yalnız burada borçtan
kastım gelir karşılığı olmayan borç. Diğer bir
deyimle “içmeye ayranı olmayanların tuvalete giderken tahtırevan kullanması”.
Yoksa zamanlama olarak nakit ihtiyacı olanın nakit planlaması nedeniyle aldığı
kredi değil.
“Tahtırevan” kullananlar kredi
aldıklarında; ev, araba, cep telefonu için harcama yaparken büyüyen ekonomi,
borçları geri ödeme zamanı geldiğinde küçülüyor. Çünkü hane halkaları, eğer gelirlerinde yeterli artış yoksa, vadesi
gelen kredileri geri ödeyebilmek için daha az harcama yapmak zorunda
kalıyorlar. Daha az harcadıkları için refahtan daha az pay alıyorlar, daha
çok fakirleşiyorlar.
Dahası çoğu zaman borçlarını kapatmak
için yeniden borçlanmak zorunda kalıyorlar.
Çözüm
vergi reformu
Buna karşılık bankalara mevduat
yatırabilenler, her sene aldıkları faiz geliriyle biraz daha zenginleşiyorlar. Örneğin Türkiye’de bankaların mevduata
ödedikleri yıllık faiz 2002 yılında 26 milyar liradan fazlaymış, geçen yılsonu
itibariyle 40 milyar liraya yaklaşmış. Mevduatın hemen hemen yarısının 70 bin
mudiye ait olduğu hatırlanırsa bu kadar büyük kaynağın nerede toplandığı biraz
daha iyi anlaşılır.
Yani birileri borç alıp tüketirken diğerleri
faiz alıp zenginleşiyor.
Bunun
farkında olan bazı yetkililer çözümü faizleri düşürmek olduğunu söylüyorlar. Bu
yaklaşımda sadece ekonomik değil daha çok ideolojik yan ağır basıyor.
Ama, enflasyon yüksek olduğu için, sıfır faiz olamayacağına göre yine de borçlanmanın birlerine yükü ve
diğerlerine getirisi olacağı muhakkak. O
zaman, devamlı borçla döndürülmeye çalışılan bir ekonomide para politikası uzun
vadede etkisiz ve yararsızdır.
Bunun yerine, hem gelir dağılımını
düzeltmek hem de ekonomide uzun dönemli dengeleri sağlamlaştırmak için maliye
politikaları devreye girmek zorundadır. Önce vergi, sonra harcama reformları
gündeme gelmelidir. Vergi toplayamayan devletin harcama yapması da mümkün
olmadığı için öncelik gelir reformlarına verilmek durumunda.
“Bana
ne ben kömürümü, yardımımı almaya bakarım gerisi beni ilgilendirmez”
diyorsanız... Siz yerinizde patinaj yaparken, zenginin daha da zenginleşmesine
yardımcı oluyorsunuz demektir. Karar sizin.
NOT:
Bayramınızı kutlar, sağlık ve esenlik
dolu nice şeker gibi günler dilerim.
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil