2009 Küresel Krizinden çıkış
yolu arayan dünyada, çözüme yönelik olarak, kamu borçlanmasının ve varlık
piyasalarında balonların yeniden konu edildiğini görüyoruz. Özellikle reel
faizlerin yerlerde süründüğü, para politikasının etkisini yitirdiği gelişmiş
ekonomilerde taraftar bulan bu görüşe dikkat etmekte büyük yarar var.
Bazı “piyasa yorumcularının” kendi ülkelerinin yaralarına merhem olmayan yöntemleri bizim gibi gelişmekte
olan ekonomilere önermelerinin ardında ne var iyice anlamak lazım. Bugüne kadar
çıkarlarına uymayan hiçbir konuda adım atmayanların, “Daha fazla kamu
borçlanması yapın, ekonominin büyümesini tetikleyin” dediklerinde, borç vermek
için istedikleri faizi dışarıyla karşılaştırın. Eğer ucuz para veriyorlarsa ne
ala. Aksi durum söz konusu ise gereksiz, aşırı borçlanmadan kaçının.
Yazıya
böylesi bir girişi yapmamın nedeni aşağıdaki tablo. Tabloda 2003-2017 arası
dönemde, her yılın Ocak-Nisan aylarındaki Hazine nakit dengesinin, bir önceki
yıla göre değişimi görünüyor.
Bu
yılın ilk dört ayındaki değişim dikkat çekici.
Gelirlerdeki artış sadece yüzde 10 kadar. Buna karşılık giderler yüzde 22’den fazla büyümüş. Özellikle faiz dışı harcamalardaki hızlı artış önemli.
Bir
yandan referandum diğer yandan büyümeyi teşvik için yapılan önden yüklemeli
harcamalar sonucu faiz dışı denge yüzde
246 kötüleşmiş. Asıl bozulma Hazine
nakit dengesinde. Geçen yılın aynı dönemi göre yüzde 2,811’lik, devasa bir düşüş var. Bu 2009 Küresel Krizinde
yaşanandan daha kötü bir rakam.
Eğer
Mayıs ve sonrasında hızlı bir toparlanma olur, bu açık fazlaya dönüşürse dert
olmaz. Harcamalar sadece referandum için yapılmış denir ve fazla göze batmaz.
Ama
dengenin düzelmesi için harcama frenine hemen basılamazsa işler zorlaşabilir.
Çünkü hedef kamu harcamalarını artırarak büyümeyi tetiklemek ise o zaman daha
çok harcama yapmak gerekecek.
Ardından
açık büyüyecek.
Çünkü
bütçenin gelir tarafında yapısal bir sorun oluştu. Her yıl çıkarılmaya başlanan aflar ve sıklaşan seçimler nedeniyle artık
kimse vergi ödemiyor. Maliye vergi toplayabilmek, gelirleri çoğaltmak için yeni
vergi affı çıkarmak zorunda kalıyor. Sonunda iş, af yetkisini TBMM’den alıp
Bakanlar Kurulu’na vermeye kadar geldi. Böylelikle
Meclis’in “bütçe hakkı”na ağır bir darbe daha vurulmuş oldu.
Konunun
bir tarafı parlamenter demokrasi açısından hayati öneme sahipken diğer taraftan
büyüyen açıkların borçlanma ile kapatılması sorunu var.
Tablonu
net borçlanma sırasına bakın lütfen.
Bir önceki yılın ilk dört ayına göre artış yüzde 266. Rakam 2009 Krizindekinden
büyük. Ama o dönemden büyük bir farkı var. Küresel kriz ortamında dışarıdan
borç alamayan veya almak istemeyen Hazine içeriden borçlanmış. Şimdi dış borçlanmadaki artış oranı yüzde 991.
Doğal
olarak iki farklı konjonktürden bahsediyoruz. Bugünlerde bankalar içeride KGF kefaleti
olan kredi dağıtmakla meşguller. (Bu
arada, bankaların kredi alacaklarının menkul kıymete dönüştürülmesi, bu menkul
kıymetlerin TCMB ve/veya TVF tarafından satın alınması fikrine çok ama çok dikkat
edin.) Hazine de daha ucuz olduğunu düşündüğü dış piyasalara
açılıyor. Böylelikle hem borçlanıyor hem de döviz rezervlerine katkı sağlıyor.
Dışarıdan
da yoğun destek görüyor. Piyasalar yoğun destek veriyorlar. Başta da söylediğim
gibi; onlara göre kamu daha fazla borçlanıp daha fazla harcayıp büyümeyi teşvik
etmeli.
Borç
bedava mı? Değil tabi. Karşılığında faiz ödenecek.
Kimlere?
Son söz: İnsanlar
kötülüğü, kuvvetli arzularından dolayı değil, vicdanları zayıf olduğundan
yaparlar. (John Stuart Mill)
Kaynak: Hazine
Müsteşarlığı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder