Faiz dışı denge (FDD) günlük ekonomi literatürüne 2001 Kriziyle
girdi. IMF, hızla artan kamu borç stokunun aynı hızla düşürülmesi için bütçede
faiz dışı fazla (FDF) verilmesini şart koştu.
Türkiye, büyük ekonomik ve siyasi bedeller ödeyerek yüksek FDF verdi.
Yapısal reformlarla büyük bir mali uyum hayata geçirildi. O kriz
sonrasında, ekonominin yüksek büyüme ivmesi yakalamasının arkasında bu başarı
vardır.
Sonrasında ülkenin borç yapısı değişti. Borç yükü kamudan şirketlere ve
hanehalkına kaydı. Böylelikle kamu borç stokunun milli gelire oranı kabul
edilebilir seviyelere düştü. Ondan sonra da faiz dışı denge gündemden çıktı.
Oysa bütçedeki faiz harcamaları dışında kalan harcamalar ile toplam gelirler
arasındaki farkı gösteren FDF, kamu borç stokunun durumu ve geleceği
açısından önemli bir göstergedir. Ne kadar yüksek olursa, yıllık yeni
borçlanma (borç stokunun artışı) o kadar az olur.
Türkiye’de iki tane faiz dışı denge tanımı kullanılıyor. Bir
tanesi Maliye Bakanlığı’nın klasik tanımı: Bütçenin tüm gelirleri
ile faiz için yapılanlar hariç, harcamalar arasındaki farkı gösteriyor. Tüm
gelirler deyince vergi gelirleri, vergi dışı gelirler ve diğer bir defalık
gelirlerin tümü hesaba katılıyor.
Diğer tanım IMF’ye ait.
IMF program tanımlı faiz dışı denge
hesaplanırken bir defalık bütçe gelirleri hesaba dahil edilmiyor. Hesaba dahil
edilmeyen gelirler şunlar: a) Özelleştirme Gelirleri; b) Faiz Gelirleri; c)
TCMB Kâr Transferi & Yeniden Değerleme; d) Kamu Bankalarından Temettü Gelirleri;
e) Darphane Para Basım Gelirleri; f) KKS Borç Verme- Geri Ödeme; g) Taşınmaz
Satışları; h) İşsizlik Sigortası Fonu Transferi (GAP); i) 3. Nesil GSM Satış
Gelirleri; j) Karayolları Arazisi ve Limanlardan gelen gelirler; k) TMSF’den
Bütçeye Yapılan Aktarımlar. Bir iki küçük kalem de gelirlere eklenerek Program
Tanımlı faiz dışı dengeye ulaşılıyor.
Bu tanımın amacı, düzenli vergi gelirleri ile borç
stoku arasında bir bağlantı kurmak.
Arkasındaki mantık şöyle çalışıyor. İster aile, şirket veya ister devlet olsun,
borçlunun borcunu geri ödeyebilme kapasitesi düzenli gelirlerine bağlıdır.
Özellikle uzun vadeli borçların geri ödenmesinde düzenli gelirler öne çıkar.
Eğer bir daha borç
alınmayacaksa, bir defalık gelirlerin borcun azalmasına mutlak katkısı vardır.
Dahası borcu borçla ödememek için evdeki gümüşleri satmak çözümmüş gibi
görünebilir. Ama buradaki şart yeniden borçlanmamak olmalı. Borçlanmaya devam
edilecekse hem borç azalmaz hem de gümüşler elden çıkar.
Açıklamalardan sonra
bizim durumumuza yakından bakalım.
Aşağıdaki grafikte, 2004-2016 arası dönemdeki, IMF ve Maliye tanımlı FDD
verileri yer alıyor.
Dikkatinizi çekmiştir, 2009 ve 2010 yıllarında, IMF tanımlı faiz
dışı denge, kriz döneminde vergi gelirleri azaldığı için açık vermiş.
Özellikle 2009 Krizi sırasında, bir defalık gelirler de neredeyse sıfıra
yakınlaşmış. Dolayısıyla Maliye tanımlı faiz dışı fazla en düşük seviyeye
düşmüş.
Hadi o yıllar kriz
yıllarıydı bu tür gelişmeleri yadırgamamak gerek. Peki, geçen yıl ne oldu da düzenli vergi gelirleri ile hesaplanan, IMF
Program Tanımlı FDD açık verdi? Bu soruya doğru cevap bulunmazsa, vergi
gelirlerindeki düşüşün nedeni bulunamazsa, gelecekte kamu borcu artar.
Grafikten de görüldüğü
gibi, 2011 yılından sonra Maliye tanımlı
FDD ile IMF Program tanımlı FDD arasındaki fark açılıyor. Kalıcı mali disiplin
göstergesinde negatif yönlü bir hareket var.
Diğer bir deyimle,
bütçe dengeleri düzenli vergi gelirleri ile değil bir defalık gelirlerle
sağlanıyor. Acil bir vergi ve harcama reformu yapılmazsa, evdeki gümüşler
bitince kamu borç stoku eski günlerdeki haline doğru gidebilir.
Son söz: Kendini beğenmiş kimselere öğüt vermek, rüzgâra karşı
ıslık çalmakla aynıdır. (Hood)
Kaynak: Hazine Müs.lığı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder