Oysa orta vadeli, üretimci bir bakış açısı söz konusu olduğunda mali disiplin daha geniş bir tanımla ele alınır. Sadece bütçe içi işlemler ve basit bütçe açığı değil bütçe dışındaki olası yüklerde hesaba katılır.
Bütçe dışı işlem denince, bazı koşullar oluşunca bütçeye yük olacak işlemler akla gelir. Mevduat garantisi bunu klasik örneklerinden birisidir. Belli bir miktarı geçmeyen kişisel mevduatlar, banka batsa dahi devletin garantisi altındadır. TMSF tarafından ödenir. (Bu bağlamda, 6 Aralık 2016 tarihi itibariyle bankacılık sistemindeki 1,5 trilyon liralık mevduatın sadece 369 milyar liralık bölümü sigortaya tabidir)
Koşullu yükümlülüklerin bir başka klasik örneği hazine garantileridir. Hazine garantili borç stoku, Haziran 2016 itibariyle, 12 milyar doları (40 milyar TL) geçmiş.
Koşullu yükümlülüklerin son yıllarda en çok konuşulanı Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projeleridir. Genel anlamda KÖİ, “bir sözleşmeye dayalı olarak, yatırım ve hizmetlerin, projeye yönelik maliyet, risk ve getirilerinin, kamu ve özel sektör arasında dengeli bir şekilde paylaşılması yoluyla gerçekleştirilmesini” ifade etmektedir. Kalkınma Bakanlığı’nın verilerine göre bu projelerin sözleşme değeri 122 milyar $ a (425 milyar TL) ulaşmış.
Bu örneklere son dönemde yenileri eklendi.
Önce sınır belli olmayanından başlayayım. 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla önemli uygulama gündeme geldi. Proje bazlı yatırım konusu ürüne, süresi ve miktarı Bakanlar Kurulunca belirlenecek alım garantisi verilebilecek. Yani devlet bir yandan teşvik verdiği şirketin ürünlerini de belli bir garanti kapsamında alacak. Uygulamanın bütçeye yükünü, ne kadar üretim olacak, ürenler kaç liradan alınacak belli olmadığı için şimdiden hesaplamak imkânsız.
Diğer koşullu yükümlülük örneği aslında yeni değil, ama sınırı genişletildi. Yeni açıklanan ekonomik önlemlerle, Kredi Garanti Fonunun (KGF) kefalet vereceği miktar 250 milyar lira olarak açıklandı.
KGF, genel kabul gören prensiplere göre, bire on kaldıraç oranıyla çalışır. Yani bir liralık sermaye konur, on liralık risk alınır. Bu bağlamda 250 milyar liralık krediye kefalet verebilmek için Hazine’nin KGF’ye yaklaşık 25 milyar liralık bir kaynak tahsis etmesi gerekir. Doğaldır ki, işin özü gereği, kredilerin hepsini aynı anda verilemeyeceği için kaynakların da yıllara sâri bir şekilde tahsisi mümkündür.
Ancak burada iki konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Hazine’ye yük bağlamında sevindirici olabilecek bir şey; bankalarda bu kadar yeni kredi verebilecek kaynak yok. Ancak, eğer dışardan ve/veya başka fonlardan kaynak bulunur ve dağıtılmaya başlanırsa o zaman sorun batık kredi miktarında. Ekonomik büyüme yavaşladığı, siyasi ortamın gerginlik ve risklerle dolu olduğu bir dönemde kefalet verilen krediler geri dönmemeye başlarsa, Hazine’ye gelecek yükler artar. Bütçeye gelecek yük artar.
Dolayısıyla, ekonominin dalgalı dönemlerinde şartlar zorlaşınca, bu tür koşullu yükümlülüklerin büyük çoğunluğu bütçeye doğrudan yük haline gelir.
Son söz: Yol kuru olduğu zaman şoför emniyette, şoför kuru olunca da yol emniyettedir. (Earl Wilson)
Bankalarin mevcut riskli kredilerini yeniden yapilandirip bu kaynagi kullanma ihtimali daha yuksek bence o yuzden kredi vermek icin yeni kaynaga ihtiyaci yok
YanıtlaSil