Babam emekli olduktan sonra, bizleri okutabilmek için,
Ankara/Yenimahalle’de küçük bir bakkal dükkanı açmıştı. Pek hoşlanmasa da, bu
işi 10 yıl kadar yaptı.
En büyük sıkıntısı veresiye satışlardı. O zaman kredi kartları
yoktu. Yenimahalle bir memur semti olduğu için “Yaz deftere” cümlesiyle yapılan
alış verişlerden hep şikayet ederdi. Ödemden tayini çıkan memurların taktığı
borçlar bir kenarda yazılı dururdu.
Hafta sonunda ata toprağında, onun eşyalarının bulunduğu evdeydim.
Salonda bir kenarda duran küçük bir levha dikkatimi çekti. Aynen şunlar
yazıyordu; “İtimadı lütuf sanıp borca
sarılma, sonra istenecektir darılma”
Esnaf, veresiye (borçla alış veriş) konusunda her zaman
müşterisiyle doğrudan muhatap olmamak için, basit bir duyuru aracılığıyla
ricada bulunuyordu. Şimdi, özellikle büyük şehirlerde, böyle esnaflar azaldı.
Azalması veresiye sorununun kalmadığı anlamına gelmiyor.
Gidin, taşrada esnafı, KOBİ’leri bir dinleyin. Bir dokundunuz mu bin ah işitiyorsunuz.
Rize’de tüp bayiliği yapan kuzenimden dinlediğim müşteri anekdotları
o kadar ilginç ve üzücü ki, yazmak zor. Bir küçük örnek verip konuyu kapatayım.
Aylar önce alınan 15 liralık piknik tüpünün parasını ödememek için söylenen
yalanlara, edilen yeminlere, ileri sürülen iddialara insanın inanası gelmiyor.
Ne yazık ki bu hikayelerin sayısı oldukça fazla.
Ama anlatılanlar, devasa buz dağının küçük bir bölümü.
İnsanlar, esnaf, KOBİ’ler
öylesine bir borç sarmalı içindeler ki, gelirleri bekledikleri kadar artmadığı
için borç geri ödemekte çok ama çok zorlanıyorlar.
İnanır mısınız, “Seçim veya referandum olsa da hükümet borları silmek için bir kanun
çıkarsa” diye beklenti içinde olanlara rastlanıyor. Ben bu konunun yasayla
olabilecek işlerden olmadığını anlatmaya çalıştığımda oldukça fazla negatif tepki
aldım.
Bunun üzerine eski esnafların yukarıdaki sözünü hatırlattım.
Borcun mutlaka geri isteneceğini söyledim. Tarihten örnekler vermeye çalıştım.
Örneğin, Osmanlı’nın aldığı borçları geri ödeyemediği için
düştüğü durumu dilimin döndüğünce anlattım. Duyun-ı Umumiye ‘den, Abdülhamit’in Prusyalı Weetendorf’u neden Maliye
Nezaretine müsteşar olarak atadığından bahsettim.
Düşünsenize, bir imparatorluk öyle bir duruma düşmüş ki;
yabancısı olduğu, dilini, dinini, töresini, adetini mevzuatını bilmediği ülkeye
gelen bir yabancı, padişah tarafından en önemli bakanlıklardan birisinin ikinci
adamlığına atanmış.
Atamanın tek nedeni, alınan dış borçların ödenememesi. İş öyle bir yere gelmiş ki, yabancı
alacaklılar Maliye Nezareti’ne, bir anlamda, “kayyum”(?!) atamışlar.
Nedense çok az kimse, ekonomi tarihimizin bu bölümünden
bahseder. Yazılı ve sözlü medyada bir çok kahramanlık, fedakarlık hikayesi
dinleriz. Ama alınan borçların neden ödenemediğini, alacaklıların neden bu
kadar agresif tavırlar takındıklarını kimse, herkesin anlayacağı bir dille
anlatmaz.
Borç almanın, eninde sonunda geri ödemek olduğunu, borçla
edinilen mal ve hizmetin üretken, gelir getirici olmaması durumunda yıkıma
neden olacağını halka uygun bir dille anlatmanın zamanı geldi de geçiyor bile.
Borçla alanlar, el
atına binip hava atanlar, “sonra istenecektir darılmayın”.
Çok güzel sevgili Hakan.
YanıtlaSilMesaj mükemmel kutlarım.
Teşekkürler.
YanıtlaSilÇok güzel örneklendirmişsiniz.Yazılarınızı büyük bir bir keyifle okuyorum.Teşekkürler
YanıtlaSilASIL BEN TEŞEKKÜR EDERİM.
SilOstimde 2013 yılına kadar iş yerim vardı. Kobi destekleri hep AKP ye yakınlara yapıldı. Benim CHP üyesi olduğumu öğrenince " HİÇ BAŞVURMA " denildi. Elektronik Yük.Müh. olarak Çin ile ortak iş kuracaktım. yanımda onlarca kişi ekmek yiyecekti. Hiç başvurmadım ve 31.12.2013 de iş yerini kapattım. Bir de KOBİ lerin bu yönü var !
YanıtlaSilNE ZAMAN Kİ BİR GİRİŞİMCİ PROJESİNE GÖRE KREDİ, TEŞVİK ALMAYA BAŞLAR O ZAMAN BU TOPRAKLARA GERÇEK DEMORASİ GELİR.
Sil