IIF
(Uluslararası Finans Enstitüsü) gelişen ekonomilere akan sermaye akımlarını takip
eden, Washington merkezli bir kuruluş. Son çalışmasında bu akımları gelişmekte
olan ekonomilere iten ve çeken etkenler üzerine bir çalışma yapmış. Özetlemeye
çalışacağım.
Konu
aslında güncel ve üzerinde çok dikkatle durulması gereken bir konu. Bilinen ve
tekrarlanan bir nedenle: FED ’in faiz kararı. Diğer bir deyimle, dünyada
likiditenin azalacağı beklentisinin gittikçe güçlenmesi.
IIF
çalışması, bir anlamda, bugüne kadar sıcak paraya bağımlı yaşamaya alışmış
ülkelerin neler yapması gerektiğini özetliyor.
Bu bağlamda
faktörleri önce dönemsel ve yapısal olarak ayırmışlar.
Birinci
Grafikten de görüldüğü gibi; yapısal iten faktörlerin başında kurumsal
yatırımcıların sayısının artması geliyor. New York, Londra, Tokyo’da yerleşik
dev uluslararası finans şirketlerinin trilyonlarca doları yönettiklerini
biliyoruz. Ancak iten etkenler bizi doğrudan ilgilendirmiyor. Çünkü onları yönetmemiz mümkün değil.
Ancak
yapısal olarak çeken faktör farklı. Orada
bizim sözümüz geçer. Bunlar arasında ülkedeki; merkez bankası, hazine,
sermaye piyasasını düzenleyen denetleyen kurumlar, bankalar, bankacılık
denetleme otoriteleri gibi kurumların yapısı en önemli etkenlerden.
Daha önemlisi,
kambiyo rejiminin serbestliği. Döviz bir ülkeye ne kadar kolay
giriyor ve oradan ne kadar sorun yaşamadan çıkabiliyor? Cevap, sıcak para yatırımcıları
için hayati değerde. Gümrüklerden valizle para geçirmenin serbest bırakıldığı
bir ülkede yaşadığımıza göre bu alanda kevgire dönmüş bir serbestlik var demek
yanlış olmaz. Yani “gel gelciyiz”.
Dövize, “Ne olursan ol yine gel” diyoruz.
Bu
tavrımızız değiştirmediğimiz sürece, sıcak para Türkiye ekonomisine devamlı
dert olacaktır.
Konuyu
çok uzatmadan, etkenlere, bir de enstrümanlar açısından bakalım.
Aşağıdaki ikinci grafikte,
iten ve çeken faktörlerin enstrümanlar bazında, pozitif ve negatif etkisi
görülüyor.
Yeşiller, etkenlerle enstrümanlar
arasındaki en üst pozitif ilişkiyi, kırmızı
ise en negatif ilişkiyi gösteriyor. Örneğin, hisse senedi ve tahvil yatırımları
küresel risk algılamasından negatif etkileniyorlar. Küresel risk algılaması
artınca, sıcak para yatırımcıları, gelişen piyasalarda hisse senedi ve tahvil
yatırımı yapmaktan kaçınıyorlar.
Biz
yine, bizim tarafa yani çeken etkenlere daha yakından bakalım. Görüldüğü gibi,
ekonomideki büyüme, varlık getirilerindeki artış eğilimi tüm yatırım
çeşitlerinde neredeyse olumlu etki yaratıyor. Sadece ülke riski göstergeleri
sınırlı bir negatif etki yaratıyorlar.
Doğrudan
yabancı sermaye yatırımları dönemsel değişimlerden en az etkilenen yatırım
türü. Bunun için büyüklüğü ve artış eğilimi her zaman olumlu değerlendirilen
bir kaynak.
Bu
bağlamada, yaklaşan döviz bolluğunun
azalma döneminde önce yapısal önlemlerden başlayarak gerekli hazırlıkları
yapmak gerekiyor. İlk başta kurumların
yıpranan, eskiyen yanlarını düzeltmekten başlayarak kambiyo rejiminin daha
etkin yönetimini daha önemlisi hükümetin günlük ekonomiye müdahalesinin
sınırlandırılmasının yol ve yöntemlerini belirlemeliyiz.
Bitirmeden
bir konuya açıklık getirmekte yarar görüyorum. Kapitalist bir ekonomide
yaşadığımız iddia ediyorsak, piyasaları düzenleyen ve denetleyen hükümet ile
her işe müdahale eden hükümet arasındaki farkı öğrenmemiz lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder