90’lı yıllarda,
Vakıfbank hariç, kamu bankalarının bilançolarında görev zararı gibi büyük bir
yük vardı. Esnafa verilen ucuz krediler için Halk Bankası’nın, çiftçiye verilen
destek ve destekleme alımları için Ziraat Bankası’nın kaynaklarının
kullanılması sonucu oluşan zararlar bilançoları bozuyordu.
Kamu bankaları, dağıttıkları kredi ve Hazine’ye
kullandırdıkları kaynakları geri alamayınca sorunlar yaşamaya başladılar.
Vadesi gelen mevduatları sahiplerine ödemekte zorlandılar.
Bunun üzerine,
bankacıların önerisiyle Hazine’de bir yöntem geliştirildi. Kamu kurum ve
kuruluşları paralarını sadece kamu bankalarında tutmaları zorunlu hale
getirildi. Böylelikle, aşağıdaki tabloda ve ekinde belirtilen devlet
kuruluşları TC Merkez Bankası, TC Ziraat, Halk ve Vakıfbank’ta para tutmaya
başladılar.
Hatta önce sermaye
yapısı ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamında olmaması nedeniyle
Vakıfbank bu listeye alınmadı. Kavga çıktı. İlgili bakanlar ve bürokratlar
arasındaki tartışmalar hala hafızamda canlılığını koruyor.
2001 Krizinde Emlak
Bankası kapatıldı. Ziraat ve Halk’ın görev zararları ödendi. Sermaye enjekte
edildi. Kamu bankaları kendi ayakları üzerinde durabilir hale getirildi. Akiflerine konulan kamu kâğıtlarının
faizleri saptanırken oldukça bonkör davranıldı. Bu kâğıtların vadesi gelince
Hazine’den milyarlarca lira kaynak bankalara ödendi.
O günlerde kamu
haznedarlığı uygulamasının uzatılmasını konuşurken en çok sorulan soru, “Ne zamana kadar?” Bu konuda uzmanlar ikiye
bölünmüştü, bir bölümü kamu bankaları olduğu sürece devletin parasının
burada tutulmasının doğru olacağını iddia ediyordu.
Kamunun banka sahibi olmasına karşı olan grup ise, devletin parasının, ona en fazla faiz verene
verilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Daha iyi nemalandırılan paralardan elde
edilecek gelirin kamu çıkarları için harcanmasının yararına atıf yapıyorlardı.
Uygulama devam ediyor.
Anlaşılan devlette hala daha ilk görüşü savunanlar etkin.
Tablodan görüleceği gibi, devletin 78 milyar liradan fazla
nakit parası var. Paranın büyük bölümü
mahalli idarelere ve KİT’lere ait. Bu paraların 11 milyar liralık bölümü TC
Merkez Bankası hesaplarında tutuluyor. Kalan para kamu bankalarına yatırılmış.
BDDK rakamlarına bakılınca, bu
bankalardaki toplam mevduatın yüzde 22’sinin kamuya ait olduğu anlaşılıyor. Sıradan
bir büyüklük değil.
Yanı sıra büyük çoğunluğu İşsizlik Fonu’na ait olan 79,5
milyar liralık menkul kıymet (Devlet iç borçlanma senedi - DİBS) var. Mevzuat gereği Fon biriktirdiği parayı başka kaynağa
yatıramıyor. Ya kamu bankalarında mevduat olarak tutuyor veya Hazine
ihalelerinden rekabetçi olmayan teklifle (ROT) DİBS alıyor. Toplam iç borç
stoku rakamlarıyla beraber değerlendirilince, toplam iç borcun yüzde 19’unun kamunun hesaplarında bulunduğu
anlaşılıyor.
“Ne biçim iş? Borç alan
Hazine kamu, veren İşsizlik Fonu kamu” demeyin. Fonun gelirlerini işçi, işveren
ve devletten kesilen primler oluşturuyor. Para prim ödeyip, işsiz kalanlar
ödeniyor. Güvenli alanlarda en iyi şekilde
nemalandırılması doğru bir yöntem.
Ama artık bankacılık
sistemimiz sağlıklı bir yapıya kavuştuğuna göre, kamu bankalarının bu
ayrıcalığının devamı konusu artık ciddi bir şekilde tartışılmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder