Çok yazılan, konuşulan konudur. “Mali disiplin sağlansın,
kamu açık vermesin gerisi önemli değil. Dolaylı vergi, bir defalık gelir
nereden para bulunursa bulunsun”
yaklaşımı esas alınır.
Kısa vadeli bakarsanız, eğer bir kriz yaşıyorsanız doğrudur.
Ama eğer uzun vadeli, sosyo-ekonomik dengeleri gözeten bir bakış açısıyla
konuya yaklaşırsanız resim faklıdır. Örneğin, gelir dağılımındaki bozulmayı
dikkate almak, mali disiplini sürdürülebilir kılmak için nereden gelir elde
edildiği hayati önem taşır.
Bu bağlamda Türkiye vergi sistemini baştan aşağı yenilemek
gerekiyor.
Yapısal değişim denen şey vergi oranını değiştirmek değil, vergi
düzeninin yapısını değiştirmektir.
Ne demek istediğimi bir örnekle açıklayayım.
TBMM’de yeni hükümetin gündeme getirdiği ilk kanunlardan
birisi, menkul kıymetlerin vergilendirmesine ilişkin Gelir Vergisi Kanununun
geçici 67. Maddesiyle ilgili. Konuyu daha önce yazdığım için tekrar ele
almayacağım (http://www.hakanozyildiz.com/2015/10/uyar-1-ocak-piyasalar-icin-cok-onemli.html).
Kısacası olay su: Hisse senedi ve devlet iç borçlanma senedi gibi menkul kıymet
alıp satanlar, gelirlerini beyanname vererek yüzde 35’e varan oranlardan değil,
yüzde 10 stopaj ödeyerek vergilendirecekler.
“Ne var bunda, tasarruflar yetersiz, iyi ki borsada, tahvil
piyasalarında işlem yapılıyor daha ne istiyorsun?” demeyin. Yılda ortalama yaklaşık
1 trilyon liralık işlem yapılan piyasalardan bahsediyoruz. Ortalama gelirin
yüzde 10 olduğunu düşünürsek. Bunun yüzde 10 yerine yüzde 27 veya 35’ten
vergilenebildiğini düşünün.
Aklınıza şöyle bir soru gelebilir: Neden yüzde 27 veya 35. Gelir
Vergisi Kanununun 103 Maddesi diyor ki: Gelir verisine tabi gelirlerde, 60 bin
TL’nin üstü % 27’den, 97 bin TL’den
fazlası, yüzde 35 oranında vergilendirilir (uygulamada ilki için 27 bin
ikincisi için ise 23,750 liralık istisna olduğunu belirtmeyim).
Yani ücret, maaş alıyorsanız, brüt maaşınız 60 bin lirayı
geçince % 27, 97 bin lirayı geçince yüzde 35 oranında vergi ödüyorsunuz. Tamam
yüksek geliri olan yüksek vergi ödesin bir itirazım yok.
Ama gelin bir de mevduat sahiplerindeki duruma bakalım.
Daha önce de yazdım. Gelir dağılımı çok hızlı bozulduğu
için, mevduatlar küçük bir kesimin elinde toplanıyor. BDDK verilerine göre, 2002 yılı sonunda 1 milyon lira üzeri mevduatlar,
toplam mevduatın yüzde 24,4’ü kadardı. Ekim 2015 itibariyle bu oran yüzde 52’ye
ulaşmış. 2002’de 1 milyon TL’den çok mevduatı olan mudiler toplam mevduat
sahiplerinin sadece binde 2’si kadarken bu rakam şimdi binde 14’e ulaşmış. Toplam
mudi sayısı 95 bin kişi kadar.
Bu rakamları vermemin nedeni, mevduatlardan elde edilen faiz
gelirleri de stopaja tabi. Vadesine göre yüzde 15 ile 18 arasında değişiyor.
Uzun vadeli mevduatlardan az vergi alınıyor. Ağırlıklı ortama yüzde 16
civarında diyebiliriz.
İşte garabet burada. Ücretli
60 bin lira brüt gelire ulaşınca yüzde 27 oranında vergi öderken, bir milyondan
fazla parası olan ve %10’dan 100 milyar lira faiz geliri elde eden %16 ödüyor.
Bir milyondan büyük mevduatların toplamının 645 milyar lira olduğunu belirteyim,
farkı siz hesaplayın.
Ben vergi oranları
yükseltilsin demiyorum. Ücretliden de, faiz ve rant geliri elde edenden de eşit
vergi alınsın. Asgari ücretliden alınmaması gereken vergiye kaynak
aranıyorsa burada yer olabilir mi diye soruyorum. Dar ve sabit gelirlilerden, köylüde, işsizden toplanan KDV ve ÖTV gibi
dolaylı vergilerin azaltılarak gelir ve servet üzerinden daha hazla vergi
alınması gerektiğini söylüyorum.
Tabi böylesi bir yapısal değişimin olmazsa olmazı bazı yasal
ve idari değişiklikler de var. Birincisi
öyle sözde değil özde olacak şekilde kayıt dışılıkla mücadele. Buradan
başlanmazsa sonuç hüsran olur. Yanına
mutlak bir “Nereden Buldun Kanunu”. Özellikle kamudan yapılan hırsızlıkları
engelleyebilmek için bu kanun şart. Bir
de yeni bir gelir ve servet vergisi kanunları da eklenmeli. Listem eksik
kaldıysa vergiciler tamamlasın.
Ama hep yaşadığımız bir gerçek. Sorun yasalarda değil,
uygulamada. Muhalefetin bile yapılacaklar listesine giremeyen bu reformlar yapılır
mı? Siz cevap verin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder