Geçenlerde gazetelerde icra takibine düşen kredi borçlularının
sayısının 2,5 milyon kişiyi geçtiği haberi vardı. Sadece 372 bin kredi borçlusu
bu yılın ilk altı ayında borçlarını ödeyememiş mahkemelik olmuş.
Bu tür haberler ne kadar sıradanlaştı değil mi? Neden bu
kadar kanıksadık, neden hiç şaşırmıyoruz?
Halbuki bunlar
yaklaşan ekonomik sıkıntıların öncü göstergeleri.
Konuya biraz daha yakından bakmak adına kısaca dünyadaki duruma bir bakalım. Özellikle
1990’ların başından sonraki yıllarda hane halklarının borçluluğunda, önceki
yıllara oranla hızlı bir artış oldu. Dünyada bankalaşma ve finansal piyasalar
hızla gelişti. Bankacılık klasik mevduat/kredi ilişkisinden çıktı.
Önce kamuya borç verme yaygınlaştı sonra şirketlerin yanı
sıra haneler borçlanmaya başladılar.
Devletlerin piyasadan borçlanması bankaların aktif
yapılarını değiştirdi. Kamu kağıtları önemli gelir kapılarından birisi oldu.
Bununla beraber hane halkları da önce konut ve otomobil ardından tüketici
kredisi ve kredi kartları ile bankalara borçlandılar.
1980’li yılların başında dünyaya açılan Türkiye’de insanların finansal sektörden yoğun olarak borçlanmaya başlaması biraz daha geç oldu. 2001
Krizine kadar geçen yılarda aileler eşten, dosttan altın ve/veya döviz karşılığı
borç alabiliyorlardı. Ev veya otomobil alanlara yardımcı olmak toplumun sevilen
geleneklerinden biriydi.
Ancak 2001 Krizinde, dolar ve altın bir günde alıp başını
tepe seviyelere gidince borçlular battılar. Önceden 1 dolar alıp borç ödemek
isteyen 60-70 kuruş ödemesi gerekirken
19 Şubat 2001 tarihinden sonra dolar kuru120 kuruşu geçti. Yani TL
olarak borç miktarı bir gecede, iki katına çıktı. Borçluların büyük bir
çoğunluğu borçlarını geri ödeyemediler. Çünkü gelirleri aynı hızla artmadı.
Bu gelişmenin sonrasında eşten/dosttan borçlanma sistemi bir
daha eskisi kadar çalışmadı. Ancak gelirleri artmayan ve şehirlerde tüketime
alışan, konut ve otomobil ihtiyacı vazgeçilmez olan insanlar borç aramaya devam
ettiler.
Aynı yıllarda 2001 Reformları sonrasında Hazine’nin
borçlanma ihtiyacı azalmaya başladı. Yanı sıra yabancı ortaklığı artan yerli bankacılık
sektörü, dünyadaki merkez bankalarının parasal genişleme politikaları sonucunda,
dışarıdan ucuz kaynak bulma olanağına kavuştu. Para bol, kredi arzı mümkün
olunca bankalar da talebi koklamaya başladılar. Çok geçmeden önce kredi
kartları hızla yaygınlaştı, ardından diğer bireysel krediler geldi.
Dar ve sabit
gelirliler için borcun miktarından çok ödedikleri taksit miktarı daha
önemlidir. Dolayısıyla onlar borç alırken faizden çok vadeye ve taksit
miktarına önem verdiler. Borç taksiti ödedikleri süreçte gelirlerinin
artacağını varsaydılar. Bankalar da bu anlayışa yardımcı oldular.
Ama bir süre sonra doğal süreç çalışmaya başladı. Ne kadar uygun olursa olsun, borcun geri
ödenmesi zamanı geldi çattı. Hane halkları önce borçlarını ödemek için tüm
çabalarını ortay koydular. Ancak gördüler ki, gelirleri borçları kadar
artmıyordu. Borç taksiti ödeyebilmek için zaten minimuma indirdikleri
tüketimlerini daha çok azaltamadılar.
Önce borcu borçla ödeme denemesine giriştiler. Önceki seçim
dönemlerinde hükümet, kamu bankalarına talimat verdi ucuz tüketici kredileri
dağıtıldı. Ama o da borç olduğu için günü gelince geri ödenmesi gerekti.
Şimdi artık böylesi geçici yöntemler de yetmiyor. İnsanlar
borçlarını ödeyemiyorlar. Ödenmeyen borç rakamı belki şimdilik banka
bilançolarını aşırı zorlamıyor olabilir. Ama
ekonomi yeteri hızla büyümez, KOBİ’ler de borç ödeyemeyenler kervanına katılırsa
iş o zaman zorlaşır.
Bu nedenle hızla insanların ve KOBİ’lerin gelirlerini
çoğaltacak önlemlerin alınması lazım. 2015 yılı seçime feda edildi. Eğer tekrar
seçim olursa ayı şey 2016 yılı için de geçerli olacak. Anlayacağınız zaman, seçim değil geçim zamanı.
Hocam mükennel bi yazı olmuş ellerinize saglık
YanıtlaSil