Az
gelişmiş ülkelerin genel sorunudur. Dünyada konuşulan konular savaş, futbol,
büyük kazalar gibi sansasyonel olmadıkça içeride haber konusu olmaz.
Biz
koalisyon nasıl kurulur konusunda konuşurken, dünyada ülkelerin egemenlik
konularıyla ilgili iki ekonomik başlık gündemde. Kabul edilmelidir ki öyle
herkesin konuştuğu başlıklar değiller. Ancak ekonomistlerin her geçen gün
üzerinde daha fazla durmaya başladıkları bir gerçek.
Birincisi kamu
envanterinde kayıtlı mülkler.
Son
küresel kriz sonrasında, başta gelişmiş ekonomiler olmaz üzere, devletlerin
borçlarının zirve yaptı. Hatta borç/milli gelir oranları öyle düzeylere çıktı
ki, artık bundan sonrası çözümsüzlük olarak değerlendiriliyor.
Bunun
farkında olan uluslararası yatırım bankaları, çözümler öneren ilginç çalışma
raporları yayımlamaya başladılar.
Raporların
özü şöyle: Dünyada toplam kamu borcu 54
trilyon dolar civarında. Ödenmesi için yeni vergiler konsa veya harcamalar
kısılsa pek yeterli olacak gibi değil deniyor.
Onun yerine,
devletlerin envanterinde olan ve toplam değeri 75 trilyon dolar olduğu tahmin
edilen kamu ticari varlıklarının satılması öneriliyor. Ticari varlıkların
arasında KİT’ler ve ticari gayrimenkuller başta geliyor.
Alıcıları
da bulmuşlar. Amerikan ve İngiliz bireysel emeklilik fonları, gelişmiş
ülkelerdeki sigortacılık fonları ile çoğu emtia ihracatçısı ülkelere ait olan
kamu yatırım fonları (Sowereign Wealth Funds).
Anlayacağınız,
eğer bir gün alınan borçlar geri ödenemezse, eldeki kamu mallarını satmak
gerekecek. Aynen son yıllarda Türkiye’de yapıldığı gibi. Veya Yunanistan’a
önerilen özelleştirme programı gibi. Sonunda
gelişmiş ülkelerdeki emekliler biraz daha rahatlayacaklar.
İkincisi dış ticarette
“uyuşmazlıkların halli” konusu
ABD
ile Pasifik ülkeleri arasında devam eden serbest ticaret görüşmelerinde
(Trans-Pasific Partnership), üzerinde en çok tartışılan başlıklardan birisi
“uyuşmazlıkların halli” (Investor-State Dispute Settlement - ISDS).
ABD-Kanada-Meksika
arasındaki NAFTA anlaşmasında geniş uygulama örnekleri bulunan ISDS, en basit anlatımıyla, şirketler ile
ilgili devletler arasındaki ticari anlaşmazlıkların çözümünü uluslararası bağımsız
tahkim mahkemelerine devri anlamına geliyor. Diğer bir deyimle, bir şirket
bir hükümetin uygulamasından şikâyetçi olduğunda, o ülkedeki mahkemeye değil,
anlaşmayla uygun görülen, uluslararası tahkim mahkemesine başvuruyor. Bir
anlamda egemenlik hakkının bir bölümü devredilmiş oluyor.
Mahkemelere
iki örnek vermek gerekirse, ICSID (The International Center for Settlement of
Investment Disputes of the World Bank) ve London Court of International
Arbitration’dan bahsedilebilir.
Bundan bize ne
demeyin.
Çünkü aynı konu, ABD ve AB arasında devam eden TTIP (Transatlantic Trade and
Investment Partnership) görüşmelerinde de üzerinde uzun çalışmalar yapılan
başlıklardan. Bildiğiniz gibi AB üyelik süreci ve Gümrük Birliği nedeniyle
Türkiye’de bu anlaşmanın tarafı olmak istiyor. Eğer anlaşma imzalanır, ABD ve AB
kabul ederse biz de anlaşmadaki şartlara uymak zorunda kalacağız.
Her iki konunun ortak
özelliği “egemenlik hakkının” devri
Geniş
açıdan bakınca, her iki örnekte
devletlerin egemenlik haklarının kısıtlanması anlamına geliyor. Çokuluslu
şirketler ve finans kuruluşları bir yandan ticareti, doğrudan yatırımları
emniyet altına alırken diğer yandan alacaklarına yönelik riskleri azaltma
gayreti içerisindeler.
Devletlerin,
yerel mahkemelerin tarafsızlıklarından kuşku duydukları için uluslararası
mahkemelerin kararlarını öne çıkarıyorlar.
Diğer
yandan borç vermeden kaçınamayacaklarını bildikleri kamu hazinelerinden
paralarını geri alabilmek için satılabilir kamu mallarına gözlerini dikmiş
durumdalar.
Bunlar
öncelikli konular değil diyorsanız, aklınızın bir köşesinden bulunsun. Çok
fazla zaman geçmeden önümüze gelecek nasıl olsa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder