Dünyada ekonomistler,
ama olaya geniş açıdan bakabilenler, borç sorununa özel önem veriyorlar. Özellikle
1980’lerde başlayan ve günümüzde yayılarak devam eden, devletlerin, şirketlerin
ve hane halklarının (ailelerin) gittikçe artan borçlanmasının neden ve
sonuçlarını araştırıyorlar. Nedenler
arasında en önde geleni, ekonominin tüm kesimlerinde, gelir = harcama
eşitliğinin bozulması. Diğer bir deyimle, kimse ayağını yorganına göre
uzatmıyor.
Gelirlerdeki azalışın
nedeni şirketlerdeki borsaya açılması ve borsaların kar/temettü baskısı. Yanı
sıra reel ücretlerdeki ve dolayasıyla harcanabilir gelirdeki azalma. Bu süreç
büyümenin yavaşlamasına neden oluyor.
Bu sarmalı aşabilmek
için, bankaların eskiden olduğu gibi üretken yatırımları kredilendirmesi
gerekiyor. Oysa hane halkaları, bankaların teşvikiyle konut sahibi olabilmek ve
daha fazla tüketebilmek için kredi talep etmeye başladılar. Merkez bankları da
bu furyaya destek olmak amacıyla ucuz fonlama (düşük faiz) politikaları
uyguladılar. Düzenleyici denetleyici otoriteler mevzuatı gevşettiler.
Gelişmeler sadece
gelişmiş ülkelerde yaşanmıyor. Sıcak para sahipleri, kendi ülkelerine düşük
olan faizler nedeniyle gelişmekte olan piyasalara (GOP) para akıtmaya
başladılar. Buralarda da varlık fiyatları artmaya başladı. Örneğin, Türkiye’de
beş yıl önce 100 - 110 bin liraya satılan orta halli yazlık evler, bu yaz 280 –
300 bin liraya tırmandı. Satıcılara sorulduğunda neden olarak, sanki inşaat
ithal ürünlerle yapılmış gibi dolar kurunu gösteriyorlar.
Hadi buna serbest
piyasa diyelim ve konumuza dönelim.
Kimin geliri bu kadar arttı ki, borçla alınan yazlıkların,
otomobillerin, kredi kartıyla yapılan tatillerin geri ödemesini yapabilecekler?
Borç geri ödemekte zorlanmayacaklar.
Bu öylesine önemli bir
konu ki, ekonomiye can suyu vermeye çalışanlar şimdi harcanabilir gelirleri çoğaltmak için neler yapılabilir diye
araştırıyorlar. Daha önce de değindiğim gibi, iş helikopterden para atmaya
kadar geldi.
Ama sonuç hep aynı
yere çıkıyor: gerçek bir maliye
politikası reformu yapıp, vergileri azaltmak, özellikle hane halkının cebine,
bütçeden yapılacak sosyal transferler aracılığıyla daha fazla para koymak. Burada
vergi reformu, sonunda varlık balonlarıyla zenginleşen tepedeki küçük gruptan
vergi almak demek. Bunun önündeki en büyük engel ise vergi cennetleri. Bizim gibi ülkeler için ikinci sorun
sermaye hareketlerinin (kambiyo rejiminin) aşırı serbestliği.
Görüldüğü gibi iki
başlık ta deve dişi gibi konular. Bugün karar alma mekanizmalarında etkin olan
hiç kimse cesaretle bunların üstüne gidip tartışamıyor. Bırakın açık açık
konuşmayı, ima bile edemiyorlar. İşleri
güçleri Yellen teyzeyi izlemek, ne diyecek diye ağzına bakmak. Tersi zor iş. Çünkü
bu yeni bir dünya düzeni, farklı bir kaynak dağılımı politikası ve dünyaya kafa
tutmak demek. Ama öyle laf olsun torba dolsun, kandır milleti malı
götürelim mealinde değil. Gerçek anlamda.
Peki böylesi radikal
değişiklikler olamadan, şirketlerin, ailelerin gelirlerini kalıcı olarak
çoğaltmak mümkün mü? Bana göre hayır. Vergi reformu işini halletmeden devletçe
yapılacak her türlü maliye politikası işlemi daha fazla bütçe açığına yol açar.
Ne yazık ki çoğu hükümetin borç stoku dağları aşmış durumda, elleri kolları
bağlı.
Sıcak paraya bağımlılık ise GOP için morfine dönüşmüş
durumda. O olmadan ekonomiler rahat nefes bile alamıyor.
Dolayısıyla, artık
gelirleri artırmak konusunda neler yapılacağını daha fazla düşünmenin zamanı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder