Bu
yazı, 23-24 Ekim tarihlerinde toplanan,
21. Yüzyıl İçin Planlama Kurultayında yaptığım sunumun özetidir. Öncekilerden
uzun bir yazı olduğu için sonuna kadar okuma sabrınıza baştan teşekkür etmem
gerekir.
Çalışmada önce üretimin önemine
değinilecektir. Ardından kredilendirme için gerekli altyapı eksikliklerinden
bahsedilecektir. Sonra proje değerlendirme ve Türkiye Kalkınma Bankası’nın
(TKB) yeniden yapılanması ve denetimi için basit bir model önerilecektir.
Önerilecek model düzenlenmiş ve denetimi
yapılan kapitalist bir ekonominin varlığını varsayacaktır. Devlet piyasaya yön
vermekte ama asla kriz olmadıkça müdahale etmemektedir. Aksi halde ayakları
havada kalacağı kesin olan modelin, başka ekonomik sistemlerde değişik
versiyonlarının önerilebileceğini baştan belirtmekte yarar olacaktır.
Yanı sıra bu çalışmanın yazıldığı sırada
TBMM’ye sunulan torba yasada yer alan TKB’ye yönelik değişiklikler konusu
detayıyla ele alınmamıştır.
A- Önce üretim
Ekonominin en basit hedefi, kıt kaynakları
en verimli ve etkin bir biçimde kullanarak, insanlara olabildiğince bol
tüketebilecekleri kadar mal ve hizmet üretmektir. Üretmeyen ekonomi, en temel
insan ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanır. Dahası, insanlar iş bulamaz. İş
bulamayan aş da bulamaz. Yaşamanı idame ettirmekte zorlanır. Dolayısıyla
ekonominin özü üretim demektir.
Üretim ise asıl olarak sanayidir. Sanayi diğer
sektörlerden farklı olarak kalıcı istihdam yaratır. Dahası talebi karşılar ve
enflasyonla mücadelede kalıcı başarı sağlar. Bilindiği gibi, para ve maliye
politikaları ne kadar başarılı olurlarsa olsun sonunda talebi kontrol etmek
üzerine kurulu seçeneklerle enflasyonu yenmeye veya dizginlemeye çalışırlar.
Oysa üretim yeterliyse ve piyasada oluşan talebi karşılayabiliyorsa,
enflasyonun önüne geçebilmek çok kolaydır.
Yanı sıra üretim, özellikle ithal ikameci
üretim, cari açıkla mücadelenin temel taşıdır. Ancak burada stratejik bir seçim
yapılması zorunludur. İhracatı teşvik ile üretimi teşvikin bir birine
karıştırılmaması gerekir. Diğer bir deyimle her ihraç edilen, dışarıya satılan
malın üretimini teşvik ile ithal edilmek zorunda olunan malın içeride üretimi
arasında çok ama çok dikkatli bir seçim yapılmalıdır. Örneğin en büyük ithal
kalemi olan petrol ve doğal gazı içeride üretemeyeceğimizi biliyoruz. Ama
enerji hammaddesi ithalatını azaltmayı esas olan teşvik sistemini mi yoksa
petrol satın alabilmek için dışarıya tekstil satıp dolar getirelim onunla
petrol alalım mı diye düşüneceğiz. Veya içeride üretebileceğimizi düşündüğümüz,
otomobil parçası, ithal edilen bazı makine ve ekipmanların üretimini ve
dolayısıyla onların ithalatını azaltmayı mı öne çıkaracağız?
Aslına bakarsanız sorular çok. Birkaçını
daha sıralayayım: Proje seçiminde kararı nasıl vereceğiz? Seçimi tamamen siyasi
mekanizmalarda mı yoksa özel sektör işbirliğiyle mi yapacağız.? Devreye, TOBB,
TÜSİAD, TZOB, TESK gibi kuruluşlar da girecek mi? Ne kadar yetkileri olacak?
Yani Ekonomik Sosyal Konsey (ESK) etkin olarak çalışacak mı?
Bunlar ve benzeri soruları çoğaltmak
mümkün. Uzatmak yerine elimden geldiğince bunlara cevap vermeye çalışayım. Her
zamanki gibi önceliği yapısal sorunlara vereyim. Çünkü onlar çözülmeden
yapılacak her türlü değişiklik sonunda havada kalacak ve yeteri kadar etkin ve
verimli olamayacaktır.
B- Sağlıklı kredilendirme için gerekli altyapı
Bilinenin tekrarı olacak ama söylemeden
geçmeyeyim: Kredilendirme bankaların yeterli kaynak bulmasına bağlıdır. Bizim
gibi gelişmekte olan ekonomilerin en belirgin ekonomik sorunu tasarruf
yetersizliğidir. Oysa başarılı bir sanayi finansman modelinin olmazsa olmazı
uzun vadeli ve ucuz kaynaktır. Ama bunu bulmak, az gelişmiş ülkelerde çoğu
zaman imkânsızdır. Çünkü az olan tasarrufların vadesi de çok kısadır. Bu
bağlamda içerideki tasarruflar yetmeyince dışarıdan tasarruf ithal edilmek
durumunda kalınmaktadır.
a- Makroekonomik istikrar
İster içeriden olsun ister dışarıdan, uygun
finansman bulmak için ilk şartı makroekonomik istikrardır. Uzun vadeli
öngörülebilirlik artmadan uzun vadeli kredi bulmak zaten zordur. İstikrarın
önemi fiyat, faiz ve kur tahminlerinin sağlıklı yapılmasına yardımcı olur. Bu
üç ana makro değişken, kredi tahsisinde çok önemli bir etken olan nakit akım
tahminlerinin sağlıklı yapılmasını sağlar. Sık değişen bu ve diğer makro
değişkenler ipoteğe dayalı kredilendirmeyi öne çıkarmakta ve daha önemlisi
vadeyi kısaltmaktadır. Nakit akımı tahminini sağlıklı yapamayan veya ipoteğin
fiyat değişimi risklerini net hesaplayamayan banka kredinin vadesini uzatmakta
zorlanacaktır. Çünkü banka için önemli olan verdiği krediyi zamanında tahsil
edebilmektir.
b- Kayıtdışılık
Tahsilat için sadece makro değişkenlerin
öngörülebilirliği yetmez. Yanı sıra ekonomideki diğer yapısal sorun olan kayıt
dışılık sorununun da ivedilikle bitirilmesi gerekmektedir. Eğer proje ve nakit
akımına dayalı bir kredi değerlendirmesi istiyorsak ikinci önemli unsur
şirketin tüm aktivitelerinin kayıt altında olması gereğidir. Banka bilançoya
bakarak değerleme yapabilmeli, bilançodan yapacağı tahminlerle kredi
yapılandırmalarına yardımcı olabilmelidir. Böylelikle ipotek/teminat ağırlıklı
kredilendirme yerine bilanço bazlı değerlendirme yönetimlerine ağırlık
verilebilecektir.
c- Sıcak Parayla Mücadele
Böyle bir ara başlık atarak hangi alanda
yüzdüğümün farkındayım. Ağustos sonu itibariyle portföy yatırımı ve mevduat
olarak 225 milyar dolar (milli gelirin yüzde
28), buna kısa vadeli kredileri de eklerseniz 303 milyar dolar (milli gelirin
yüzde 37) sıcak paranın bulunduğu bir ekonomide yaşadığımızın bilincindeyim.
Ancak sıcak para girişlerinin yönetilmesini
esas alan bir sermaye hareketleri politikasına dönemezsek, diğer tüm önlemleri
alsak bile sadece kur etkisiyle ithalatın cazibesini devam ettireceği kesindir.
Ama bu değişiklik 1989 yılında yapıldığı
gibi bir gece yarısı alınabilecek bir karar değildir. Çok dikkatli bir alt yapı
hazırlığı yapılmadan siyasi, ekonomik, yasal ve idari alt yapılar nakış işler
gibi hazırlanmadan böylesi bir değişikliğe gitmek ekonomik felakete yol açar.
Özellikle işi bilmeyen uzmanların eline kalabilecek bir değişim ekonominin çökmesine neden
olabilir.
d- Sanayi envanteri
Sanayi envanteri olmadan, hangi sektörde ne
üretebildiğimiz belirlenmeden, talep eden herkese teşvik verilmesinin hiçbir
işe yaramadığını uzun yıllara dayalı tecrübelerle biliyoruz. Bununla beraber,
envanterin çıkarılması, başta üniversiteler olmak üzere ilgilerle paylaşılması
ve bilgiye dayalı yeni bir üretim ve sanayileşme stratejisinin geliştirilmesi
durumunda hem bürokrasinin hem de siyasetçinin ihtiyari davranışları
sınırlanacaktır. Böylesi bir gelişmenin ne kadar isteneceğini takdirlerinize
sunuyorum.
e- Vergi ve teşvik reformu
Yukarıda özetlenmeye çalışılanlardan sonra
devletin ilk yapması gerekenlerden birisi vergi ve teşvik sistemini reformunu
hızla tamamlamaktır.
Vergi reformu, yukarıda değindiğim
kayıtdışılık merkezli olmalıdır. Yanı
sıra bazı muafiyet ve istisnaların sanayi lehine gözden geçirilmesi gerekir.
Ayrıca lüks konut, AVM gibi ölü alanlardan ithal ikameci üretim yapan
sektörlere kaydırılması yararlı olacaktır. Bir de konuyla doğrudan bağlantısı
çok olmamakla beraber vergi denetiminde tarafsızlık ve şeffaflık firmaların ticari
gelecekleri açısından önem taşımaktadır.
Teşvik sistemi üretimi esas alan öncelikler
içermelidir. Diğer bir deyimle sektörler belirlenirken hem iç pazara hem de
ihracata yönelik üretimi içeren projeler seçilmeli. Daha önemlisi öncelikli
sektörleri kamu / özel sektör işbirliğiyle belirlenmesi sağlanmalı. Bu kısmen
piyasa güçlerinin harekete geçirilmesi, kısmen de politikacının kısa vadeli
bakış açısının olabildiğince elİmine edilmesi için
gereklidir.
f-
Muhasebe standartlarının tavizsiz uygulanması
Kayıt dışılığın kaldırıldığı bir ekonomide
bilançolar için en önemli sorun standartlar ve şeffaflıktır. Eğer uluslararası
muhasebe standartlarında eksiksiz uygulamaya geçilirse, sadece içerideki
finansal sistemden değil, dışarıdaki bankalardan da daha kolay kredi bulma
olanağına kavuşma şansı ortaya çıkar. En azından, krediye ek garanti veren
aradaki yerli banka devreden çıkar ve maliyetler düşer.
g- Alacaklıyı öne çıkaran, hızlı çalışan hukuk
sistemi
Eğer kapitalist ekonomik sistemi kabullenmişsek
ve sistemi buna göre örgütleme niyetindeysek hukuku ve yargı sistemimizi
yeniden ele almak durumundayız. İdari ve siyasi tarafları bir yana hayatın
ekonomik ve ticari yanlarını ilgilendiren hukuksal sistemin dikkatle yapılanması gerekir. Sağlıklı kredilendirme
sisteminin olmazsa olmazlarından birisi de hızlı ve adil işleyen bir hukuk
sistemidir. Başta borçlar hukuku ve ticaret hukuku olmak üzere hukuk sisteminin
çağdaş normlara uygun olması gerekir. Hukuk borçluyu değil alacaklıyı koruyacak
önceliklere göre şekillenmek zorundadır.
Ancak bu yeterli olmaz. Yanı sıra banka
kredilerin geri dönüşünde sorun olması durumunda sistemin olabildiğince hızlı
çalışması gerekmektedir. Yavaş işleyen hukukun, doğru kararlar alsa da adil
olup olmayacağı tartışmalıdır. Özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde 100
liralık alacağını 5 yıl sonra tahsil edebilen bankanın enflasyondan kaybını
düşünmek gerekir. Unutulmamalıdır ki, banka birine kredi verirken ötekinin
mevduatını kullanmaktadır. Vadesinde tahsil edemediği, geciken krediler için ya
öz kaynak kullanmakta ya da başka borç bularak mevduat sabinin parasını
ödemekte ve sonuçta zarar etmektedir. Yani bankaların tasarruf sahibi ile
krediye ihtiyacı olan arasında oynadığı aracılık pahalılaşmaktadır.
h- İpoteğe değil nakit akımına dayalı kredi
değerlendirme
Bu yapısal reformların sonucunda bankalar
da kendi kredi verme alışkanlıklarını ve yapılarını değiştirmek zorundadır.
Onlar da artık sadece teminat/ipotek isteyip kredi vermemelidirler. Bunun
yerine bilanço okuyan, sektörü takip eden, firma hakkında şeffaf bilgiye
ulaşabildiği için daha sağlıklı nakit akımı tahminleri yapabilen, kısacası
teminat gösterilen arsayı değil projeyi değerlendiren bir örgütlenme biçimine
geçmelidirler.
C- Proje değerlendirme
Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım
yapısal reformlar zorunlu ama yeterli değildir. İşin bir de sağlıklı proje
seçimi aşaması vardır.
a- Siyasi müdahalenin minimize edilmesi
Özellikle kamu bankaları için siyasi
müdahalelerden olabildiğinde soyutlanmış, objektif seçimler nasıl yapılacaktır?
Bu sorunun cevabı önemlidir. Özel bankaları bu konudan muaf tutmadığımı
belirtmek isterim. Çünkü sonunda batan bankanın maliyetinin çoğunu her zaman ve
her yerde kamu ödemektedir. Vatandaştan alınan vergiler, sağlık ve eğitim
harcaması yerine banka kurtarma operasyonlarında kullanılmaktadır. Dolayısıyla
batan krediyi ha kamu bankası ha özel banka vermiş olsun fark etmez.
Burada kritik bir soruya doğru cevap vermek
zorundayız: “Devletin görevleri arasında sanayi üretimini, ucuz kredi sağlamak
veya onu da teşvik etmek olmalı mıdır?” Dünyada teşvik politikaları konusunda
pek tereddüt yoktur. Sadece ne kadar geniş bir çerçevede olması gerektiği ve
hangi araçlarla uygulanabileceği tartışmalıdır. Dünya Ticaret Örgütü ve benzeri
uluslararası yapılanmalar, özellikle dış ticarete konu olan malların üretimine
teşvik konusunda ortak kurallar getirme ve denetleme konusunda çalışmalarını
geliştirmektedirler.
Özetlersek devlet düzenleyici ve
denetleyici rolünü sonuna kadar uygulamalı ancak günlük, teknik işlere
müdahaleci kesinlikle olmamalıdır. Çünkü sanayileşme uzun vadeli bakış açısı
gerektiren partiler üstü bir konu olarak ele alınmalıdır.
b- Siyasi dağıtım mekanizması mı sanayileşme
politikası mı?
Siyaset ve siyasetçinin ekonominin günlük
işleyişinden uzaklaştırılması arzusunun arkasında “kamu eliyle zengin yaratma
anlayışını” sonlandırmak vardır. Aslında bu olgu tarihsel siyasi davranış kalıplarının
yerleşmesiyle oluşmuştur. Ve toplumda genel kabul gören bir davranıştır.
Dolayısıyla sadece “profesyonel siyasetçiler” değil, sıradan seçmenler de bu
davranışı doğal karşılamaktadırlar. Ama kimse bu tür davranışların bir
sonucunun “İlkeler yerine ilişkilerin”
dahası “Bilgi yerine ilişkinin” esas alındığı karar mekanizmalarını
gündeme getirmektedir. Dolayısıyla proje seçimi söz konusu olunca bilgi ve
ilkeler geri planda kalabilmektedir. Böyle seçilen projeler de istenen amaca
hizmet etmemekte hem de kredilendirilmesinde büyük hatalar yapılmaktadır.
D- Kalkınma Bankası’nda yeniden yapılanma
Bütün yukarıda söylenenler kalkınmanın
finansmanına yeniden ve radikal bir bakış açısıyla yaklaşmanın gereğini ortaya
çıkarmaktadır. Yeni modelde TKB’ye öncü bir rol verilmektedir. Bununla beraber
TBMM’ye sunulan yasa taslağındaki yapılanma ile aşağıdaki önerinin uzaktan
yakından bir ilişkisi yoktur. Sadece “zamanlaması manidardır.” Taslaktaki
şahıslara kredi vermenin önünün açılması durumunda sanayinin finansmanı için
başka bir finans kurumu aranmalıdır. Yoksa sektörün neredeyse yüzde 40’nı
oluşturan kamu bankaları varken bir de TKB’nin tüketici kredisi vermesi
bulunacak kaynağın seçmene hibe edilmesi anlamına gelebilir.
a- Yönetim memur olmak zorunda olmamalı,
performans esas alınmalı
Önce yönetimden başlayalım. Bugün için kamu
kaynağını Anayasa gereği, memur eliyle yönetmek gerekmektedir. Öncelikle bu
konuda bir karar verip, işi bilen, deneyimi olan memur olmayanların da
yönetimde icracı görevlerde görev alabilmesinin önü açılmalıdır.
b- YPK performans belirlemeli
Bankanın bağımsız yapılanmasının,
siyasetten olabildiğince uzak kalmasının sistemi kurulmalıdır. Örneğin
performans, şeffaflık ve hesap vermeyi esas alan yeni bir model
oluşturulabilir. Bankanın vereceği krediler ve diğer performans kriterleri
Hazine ve Kalkınma Bakanlığı tarafından yıllık Yatırım ve Finansman Kararlarına
konur. Yüksek Planlama Kurulu bu performans kriterlerini onaylar. Ve Resmi
Gazete ‘de yayımlanır. Böylelikle, hem kamuoyu hem de sektör ilgileri TKB’nin,
o yıl hangi kredileri nasıl destekleyeceği konusunda fikir edinmiş olur.
Performans kriterleri belirlenirken Banka
yönetimi ile bürokrasi ve siyasetçi ilke pazarlığı yaparlar. Bu çok doğaldır.
Hükümet kendi önceliklerini yıllık kredi programına koydurtacaktır. Ama
pazarlıklar şirket veya proje seçiminde değil, sektör, bölge gibi alanlarda
olacaktır. Hatta burada teşvik sistemine doğrudan atıfta bulunulması, oradaki
önceliklerin belirleyici olması akılcı bir yaklaşım olacaktır.
İlkeler belirlendikten sonra proje seçimi
tamamen teknik önceliklerle, banka uzmanlarınca yapılacaktır. Tahsilat ve diğer
riskler uzmanların hesaplayacağı ve hesap verecekleri şeyler olacaktır.
c- Kamu kaynağı kullanımında dikkatli olunmalı
Bu aşamada en önemli soruna, bankanın
kaynak sorununa çözüm önermek gerekir. Banka bir kamu kurumu olduğuna göre para
esas olarak merkezi bütçeden gelecektir. İster sermaye ister görev zararı
şeklinde olsun yıllık bir miktar bankaya tahsis edilecektir. Bütçe aşırı
olmayan ödenekler için yeterli olanağa sahiptir.
Örneğin bankaya gelecek üç yılda birer
milyar liralık sermaye koymak için 473 milyar lira büyüklüğündeki bütçede
mutlaka yer bulunur. Daha önemlisi olumsuz bir etki de yaratmaz. Çünkü tasarruf
edilebilecek ödenek kalemi bulmak hiçte zor değildir.
Yanı sıra banka borçlanarak kaynak
yaratabilir. Borçlanmasına Hazine garanti verebilir ve böylelikle ucuz ve uzun
vadeli borç bulma olanağı yaratılmış olur. Burada olabildiğince uzun vadeli
borç bulabilmek ve döviz kurunu daha yönetilebilir hale getirmek için sıcak
paranın dikkatle ve maharetle yönetilmesi önemli bir rol oynayacaktır.
Hazine gerek uluslararası finansal
kuruluşlardan gerek piyasalardan kendi sağlayacağı uzun vadeli kaynakları
bankaya devredebilir. Eğer dikkatli hazırlanmış ve ikna edici bir sanayileşme
stratejisi hazırlanırsa kaynak bulmak zor olmayacaktır. Yılda 500 milyon dolar
civarında bir paranın TKB’ye aktarılması mümkün olabilir. Ancak burada kamu
diğer yatırımlar ve harcamalar için yapacağı borçlanmalarını gözden geçirmek
durumunda kalabilir.
Ek olarak kapsamlı bir yeniden yapılanmaya
tabi tutulmuş, öz kaynakları güçlendirilmiş, sadece sanayi projelerini
destekleyecek olan Bankanın kendisi de Hazine garantili tahvil ihracı
yapabilir. Çok aşırıya kaçmamak kaydıyla, bir kaç yıl için 300-500 milyon dolar
civarında borç bulunabileceğini söyleyebiliriz.
Ama bazılarının düşündüğü gibi Merkez
Bankası kaynakları kesinlikle kredilendirme için bir seçenek olmamalıdır. Böyle
bir gelişim 2001 Reformları kazanımlarından kesin geriye dönüş olacaktır. Zaten
hemen hemen hepsi geriye dönüş anlamında iğdiş edilmiş olan yapısal reformların
tabutuna son çivi çakılmış olacaktır. Kanımca, Meclisteki yasa taslağı bu
anlamda önemli bir yanlışı içermektedir. Bununla beraber, finansal sistemde bir
sıkıntı varsa ve TCMB sistemik bir soruna çözüm için bankalara yardım ederken
TKB’ye de kaynak aktarmak durumundaysa o zaman konuya başka bir açıdan bakmak
gerekecektir.
Eğer ülke bu kadar sıcak para mahkûmu
olmasaydı bir seçenek olarak düşünülebilecek ve AMB tarafından değişik bir
uygulaması düşünülen sistemler gündeme gelebilirdi. Ama önce kambiyo kontrolü
ve benzeri diğer yapısal konularda akılcı ve kalıcı adımlar atılmalı sonra bu
işlere sıra gelmeli.
d- Sinyal etkisi
TKB’nin kredi vereceği projeler finansal
sektörde yeni anlayışa yol açabilir. Buna “sinyal etkisi” diyebiliriz. Bankanın
siyasi etkilerden olabildiğince uzak ortamda seçeceği, teşvik politikasıyla
desteklenmiş projelere diğer bankalar da finansman sağlayabilirler. Böylelikle
projenin riski paylaşılmış olacaktır.
Yukarıda kabaca özetlediğim kaynak programı
üç yılda önemli kaynak sağlayacaktır. Yani, 3x1= 3 milyar lira sermaye, 3x1= 3
milyar dolar, yaklaşık 7 milyar lira kredi kullanımı, 10 milyar liralık olanak
sağlanabilir. Bu kaynağın yaratacağı “sinyal etkisini” kaldıraca benzetirsek,
üç yılda bire on gibi bir etki abartılı olmaz sanırım. O da 90-100 milyar lira
finansman olanağı demektir. Finansal sektörün verdiği yatırım, işletme ve
ihtisas kredileri toplamının 460 milyar lira kadar olduğu düşünülürse,
yukarıdaki miktar azımsanacak bir para olmamalıdır.
Bu formülde diğer bankaların aktif
yapılarını, özellikle kredi portföylerini değiştirecekleri varsayılmıştır. TCMB
zorunlu karşılık politikasıyla, BDDK ise kredi karşılıkları ve diğer makro
ihtiyari önlemlerle finansal sektörü sanayi projelerinin finansmanına
yönlendirecektir.
e-
Bu alana münhasır olmak üzere görev zararı uygulaması özel sektöre de
yaygınlaştırılmalı
Görev zararı faiz sübvansiyonu şeklinde
olmalıdır. Ve özel sektör bankalarının vereceği sanayi kredileri için de
uygulanmalıdır. Bankaların görev zararları kamu bankalarında olduğu gibi
murakıplar tarafından incelenmelidir.
Yasal altyapı hazırlığı yapılırken konu ele
alınmalı ve kriterleri YPK tarafından belirlenmiş, teşvik sistemiyle uyumlu,
TKB tarafından seçilmiş projelerin bir bölümünün diğer bankalarca
kredilendirilmesinin önü açılmalıdır. Böylelikle bir yandan projenin riskleri
bankalar arasında dağıtılırken diğer yandan daha çok proje kredilendirilmiş
olacaktır. Hatta belki de TKB kredilendirdiği ama özel sektörün kredilendirmeye
değer bulmadığı projeler tekrar gözden geçirilebilecektir.
Riskleri azaltmak için diğer bir yöntem
olan ve hâlihazırda KOBİ’ler için çalışmaları devam eden Kredi Garanti Fonu
(KGF) sisteminin TKB’nin sanayi kredileri için de kullanılması üzerinde
çalışmalar yapılabilir. Kaynak ayrılabilir ve sistem uluslararası standartlar
çerçevesinde dizayn edilebilir.
E- Denetimi kim nasıl yapacak?
Kredilendirmede son olarak ele alınması
gereken konu geri ödememe durumunda tahsilat güvencesinin nasıl sağlanacağı
sorunudur. Eğer para kamu kaynağı ise yani bankanın sermayesi devlet parası
olduğuna göre “Kör kuruşun hesabı sorulacaksa”
bankacılık yapılabilir mi? Diğer bir deyimle TKB’yi Sayıştay da denetleme mi
yoksa sadece BDDK denetimi yeterli midir?
Bana göre çözüm BDDK denetimi ile Meclis
denetimi bir araya getirilmelidir. Bankanın normal bankacılık denetimi ilgili
kurum tarafından yapılacağı kesindir. Ama bir de kamu kaynağını kullanarak,
sanayinin finansmanı için ucuz kaynak sağlamasını esas alan tüm performans
denetimini TBMM KİT Komisyonuna hesap vererek yapmalıdır. YPK’nun belirlediği
en az altı aylık performansların Komisyonda muhalefet milletvekillerinin ve
basının gözü önünde yapılmasının şeffaflık ve hesap verme açısında büyük yararı
olacaktır.
Banka performansını inceleyen uygulamanın
diğer parlamentolarda örneği var mı bilmiyorum. Tahminen çok yoktur. Çünkü
banka ve kredi incelemek özel uzmanlık gerektiren bir iştir. Bir partinin bu iş
için özel milletvekili seçtirmesi hiç kolay değildir. Ama partilerin TBMM’de
grup danışmanları üzerinden bir yapılanma kurulabileceği düşünülebilir. Her
kamu kaynağında olduğu gibi bu kadrolarında popülist mantıkla dağıtılmasının
önüne geçilmesi yararlı olacaktır. Yanı sıra, özel kaynakları kullanan TKB ve
diğer bankaların da TBMM ile bilgi paylaşımı konusunda “ticari sır” kavramına
yeni bir bakış açısıyla yaklaşmaları mutlak bir zorunluluktur. Ancak bu şirket
bilgilerinin her istenene istediği kadar açık olacağı anlamına da gelmemelidir.
F- Sonuç yerine
Türkiye yeni bir sanayileşme hamlesini
ivedilikle başlatamazsa, 3 Boyutlu yazıcı, robotla ve bilgisayarla üretim
çağını da kaçırırsa onlarca yıl daha sıcak paraya dayalı büyüme modeli ile
yaşamak zorunda kalacaktır. Bunun en bilinen sonucu kalkınamayan bir
ekonomidir. Eğitim, sağlık ve adalette geri kalmış, gelir dağılımı daha da
bozulmuş, sosyal güvenlik sistemi çökmüş, sosyal ve siyasal dengesizlikleri
derinleşmiş bir toplum haline dönüşebilir.
Yapılması gereken ilk şey şeffaf ve hesap
verebilen çağdaş demokratik öncelikleri hedefleyen siyaset anlayışının ülkenin
geleceği için öne çıkarılmasıdır. Diğer
bir deyimle, bu topraklarda siyaset yapma anlayışı değişmez, siyaset kamudan
zenginleşme aracı olarak değil ülkenin geleceği ve çocuklarımızın refahını
artırmak için yapılmazsa yukarıda önerilen model bir süre başarılı çalışsa bile
sonunda başarısız olmaya mahkûmdur. Sonuç ekonomiye katkı sağlayan değil,
finansal sektöre yük olan belki de onu krize sokan bir projeye dönüşebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder