15 Nisan 2017

Ver gazı ver coşkuyu faizler rekor kırsın

Bir önceki yazımda, Hazine’nin son altı aylık nakit dengesini ele almıştım. Giderlerin, büyüme ve referandum harcamaları için, gelirlere oranla daha fazla hızla arttığına değinmiştim. Büyüyen nakit açığının fazla dış ve iç borçlanmayla kapatıldığını, yeni borçlanmanın yıllık rakamları geçtiğini bilginize sunmuştum.
Ekonominin basit kuralı vardır. Bir malın fiyatını arz/talep dengesi belirler. Eğer piyasadaki bir ürüne olan talep arzından fazla ise fiyatı yükselir. Bizim örneğimizde, piyasada para (tasarruf) azken, Hazine daha fazla borçlanmak isteyince faizlerin de yükselmesi kaçınılmaz.
Bu özet açıklamadan sonra, aşağıdaki grafikle biraz detaylara bakalım. Grafikte, Hazine’nin 2 yıl vadeli gösterge tahvilinin, piyasadaki faizleri, aylık olarak yer alıyor.
Görüldüğü gibi, Ocak 2015’te yüzde 7,3 olan faiz, Eylül 2015’te zirve yapmış. Daha sonra inişe geçen faizler, 15 Temmuz darbe girişiminden bile çok fazla etkilenmemişler. O dönemde yüzde 8-9 aralığında salınmışlar.
Ancak, geçen sonbaharla birlikte, ülke notu indirildikten ve dolardaki hareket başladıktan sonra gösterge kâğıdın faizleri de hareketlenmeye başlamış. Temmuz 2016’da %8,97 olan faiz, Mart 2017 itibariyle %11,45’e ulaşmış.  Artış oranı yüzde 28. Bu oran Temmuz 2009 tarihinden sonraki en yüksek borçlanma faizi.
Kabul, faizlerdeki yükselişin tek nedeni Hazine’nin artan borç iştahı değil. Yukarıda da değindiğim gibi, ülke notundaki değişim, artan enflasyon, dolardaki oynaklık, yabancıların risk iştahındaki değişimler, başta Suriye olmak üzere çevremizde yaşanan jeo-stratejik risklerinde faizlere etkisi oldu.
Önce hızla artan döviz kurunu frenlemek isteyen TCMB, faizlerini yukarı çıkmaya başladı. Ardından TL mevduat faizleri. Böylesi bir ortamın doğal sonucu olarak, TL kredilerin faizleri de aynı yönde hareket etti.
Ekonomide bunlar yaşanırken, iyi bir kamu borç idarecisinin, yükselen faiz ortamında borçlanmayı frenlemesi gerekirdi.
Sizce neden yapılmadı? Bilinen iki nedeni var: Büyümeye ve referandum harcamalarına destek olmak.
İzleyebildiğim kadarıyla, piyasacılar bundan memnun. Efendim, borç stoku zaten sorunlu değilmiş, daha fazla borçlanma sıkıntı olmazmış vs. Hatta Amerika’da, Avrupa’da bile böyle yapılıyormuş. Kulakları çınlasın bir kadim dostum böyle ortamları; “Ver gazı ver coşkuyu” durumu olarak tanımlar.
Gaz verenler, ABD ve Avrupa’da merkez bankalarının politikalarına, kendi yerel paralarıyla borçlanabildiklerine, borçlanmak için yabancı sıcak paraya ihtiyaçları olmadığına hiç değinmezler. Onların kamu otoriteleri borçlanırken, merkez bankaları ya doğrudan kamu kâğıdı alarak ya da piyasaları paraya boğarak faizleri düşük tutarlar. Çünkü enflasyon ve döviz kuru gibi dertleri yok. Dahası; referandum, Suriye, terör, darbe girişimi, toplumsal bölünmüşlük vb. dertleri de bulunmuyor.
Kısaca şunu söylemeye çalışıyorum:
Kamu gerektiği kadar borçlansın. Üretken yatırımlar için, sanayileşmeyi teşvik etmek için, eğitim ve sağlık harcamaları için gerektiği kadar borçlansın. Ama gereksiz, sadece kısa vadeli siyasi amaçla alınan her borcun, yüksek maliyetli olduğunu, günü geldiğinde toplanan vergiyle geri ödeneceğini de unutmasın.

Son söz: Yarın mutlaka sandığa gidin ve oy verirken aklınızda şu söz olsun: Cesaret zafer, çekingenlik yenilgidir. (J. Sezar)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder