Bir önceki yazımda,
Hazine’nin son altı aylık nakit dengesini ele almıştım. Giderlerin, büyüme ve
referandum harcamaları için, gelirlere oranla daha fazla hızla arttığına
değinmiştim. Büyüyen nakit açığının fazla dış ve iç borçlanmayla kapatıldığını,
yeni borçlanmanın yıllık rakamları geçtiğini bilginize sunmuştum.
Ekonominin basit
kuralı vardır. Bir malın fiyatını
arz/talep dengesi belirler. Eğer piyasadaki bir ürüne olan talep arzından fazla
ise fiyatı yükselir. Bizim örneğimizde, piyasada para (tasarruf) azken,
Hazine daha fazla borçlanmak isteyince faizlerin de yükselmesi kaçınılmaz.
Bu özet açıklamadan
sonra, aşağıdaki grafikle biraz
detaylara bakalım. Grafikte, Hazine’nin 2 yıl vadeli gösterge tahvilinin,
piyasadaki faizleri, aylık olarak yer alıyor.
Ancak, geçen sonbaharla
birlikte, ülke notu indirildikten ve
dolardaki hareket başladıktan sonra gösterge kâğıdın faizleri de
hareketlenmeye başlamış. Temmuz 2016’da %8,97 olan faiz, Mart 2017 itibariyle
%11,45’e ulaşmış. Artış oranı yüzde 28.
Bu oran Temmuz 2009 tarihinden sonraki
en yüksek borçlanma faizi.
Kabul, faizlerdeki yükselişin tek nedeni
Hazine’nin artan borç iştahı değil. Yukarıda da değindiğim gibi, ülke
notundaki değişim, artan enflasyon, dolardaki oynaklık, yabancıların risk
iştahındaki değişimler, başta Suriye olmak üzere çevremizde yaşanan
jeo-stratejik risklerinde faizlere etkisi oldu.
Önce hızla artan döviz
kurunu frenlemek isteyen TCMB, faizlerini yukarı çıkmaya başladı. Ardından TL
mevduat faizleri. Böylesi bir ortamın doğal sonucu olarak, TL kredilerin faizleri
de aynı yönde hareket etti.
Ekonomide bunlar
yaşanırken, iyi bir kamu borç
idarecisinin, yükselen faiz ortamında borçlanmayı frenlemesi gerekirdi.
Sizce neden yapılmadı?
Bilinen iki nedeni var: Büyümeye ve referandum harcamalarına destek olmak.
İzleyebildiğim
kadarıyla, piyasacılar bundan memnun. Efendim, borç stoku zaten sorunlu değilmiş,
daha fazla borçlanma sıkıntı olmazmış vs. Hatta Amerika’da, Avrupa’da bile
böyle yapılıyormuş. Kulakları çınlasın bir kadim dostum böyle ortamları; “Ver
gazı ver coşkuyu” durumu olarak tanımlar.
Gaz verenler, ABD ve
Avrupa’da merkez bankalarının politikalarına, kendi yerel paralarıyla
borçlanabildiklerine, borçlanmak için yabancı sıcak paraya ihtiyaçları
olmadığına hiç değinmezler. Onların kamu otoriteleri borçlanırken, merkez
bankaları ya doğrudan kamu kâğıdı alarak ya da piyasaları paraya boğarak
faizleri düşük tutarlar. Çünkü enflasyon ve döviz kuru gibi dertleri yok.
Dahası; referandum, Suriye, terör, darbe girişimi, toplumsal bölünmüşlük vb. dertleri
de bulunmuyor.
Kısaca şunu söylemeye
çalışıyorum:
Kamu gerektiği kadar borçlansın.
Üretken yatırımlar için, sanayileşmeyi teşvik etmek için, eğitim ve sağlık
harcamaları için gerektiği kadar borçlansın. Ama gereksiz, sadece kısa vadeli
siyasi amaçla alınan her borcun, yüksek maliyetli olduğunu, günü geldiğinde
toplanan vergiyle geri ödeneceğini de unutmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder