13 Kasım 2016

Para demokrasiyi satın aldı

ABD seçimlerini sonuçlarını değerlendiren bir BBC programında, Indiana eyaletinden bir kadınının yorumu böyleydi.
Demokrat adaya oy veren ve küçük bir işletmesi olan Amerikalının bu yorumu, bana yabancı gelmedi. Sanki bundan önceki seçimlerde halk bilinçli oy kullanmış, sağduyusu ile seçim yapmış gibi konuşuyordu.
Oysa unuttuğu bir şey var. Dünyada, özellikle 1990 sonrası dönemde popülizm önemli bir seçim silahı olarak kullanılmaya başlandı. 90’lar sonrasına atıfta bulunmamın nedeni şu. Öncesinde popülizm genellikle sol siyasetin önemli bir aracı iken, küreselleşme rüzgarlarının da etkisiyle, sağ siyasetçiler tarafından daha yoğun kullanılmaya başlandı. Sağ siyasetçiler, solculara taş çıkartır oldular.
Araştırmacılar bunun en önemli nedeninin, küreselleşmenin yarattığı artan işsizlik, gelir dağılımı eşitsizliği, cari açık vb. sorunların toplumda yarattığı etkilerin üzerini örtmek olduğunu söylüyorlar. Bunlara değinilmeden geniş kesimlerden oy almak, çoğunluğu sağlamak mümkün değil.
Burada tartışılan şey popülizmin finansmanı. Popülizm, daha az vergi toplamak, daha çok harcama yapmak kısacası daha büyük bütçe açığı demek. Bu açık piyasadan borçlanma ile finanse ediliyorsa, borcun büyüklüğüne bağlı olarak, kamuda karar alıcıların iç ve dış piyasalara mahkûm olmaları anlamına gelebiliyor.
Diğer bir deyimle, piyasaların istemediği kararları almak oldukça zorlaşıyor. Siyasetçilerin eli kolu bağlanabiliyor. Eğer alınan bir karar borç verenlerde güven sorunu yaratıyorsa, faizler ve kurlar hemen tepki vermeye başlıyor. Artık, borçlu ülkelerin tek sorunu, borç verenlere güven vermek. Paralarını geri alabileceklerine olan inançlarını sarsmamak.
Bu bağlamda, bazı yorumcular yeni ABD başkanının ekonomi konusunda ne kadar özgür karar alabileceğini sorgulamaya başladılar. Gerek dış ticaret olsun gerek finans piyasalarındaki sorunlar olsun, bu alanlarda özgür kararlar almanın artık çok kolay olmadığı söyleniyor.
O zaman yeni Başkan’ın en çok uğraşıyı güvenlik ve dış politika konularında verecek diyenler var. Ancak ABD devlet aparatını bilenlerin görüşleri bu alanlarda da farklı. Bir bölümü kontrol ve denge mekanizmaları nedeniyle Başkan ile Kongre arasında bir denge mekanizması olduğu belirtiyor. Özellikle Senatonun birçok kararda engelleyici, yönlendirici rol oynayacağından söz ediliyor.
Bildiğiniz gibi iç politikada  ABD Başkanı’nın hemen hemen hiç yetkisi yok. Bu alanda eyalet valileri ve yerel parlamanetolar yetkili ve etkili.
Şimdi aklınıza gelen soruyu yazayım; “Peki o zaman Başkan ne yapacak?” Aslına bakarsanız, takip edebildiğim kadarıyla, benim de kafam oldukça karışık. Bu kadar “tantana” sadece Beyaz Saray’da uyumak için olmasa gerek. Hele bir emlak kralının hiç böyle derdi yoktur. Yoksa bunca para harcayarak, genç ve güzel eşinin “First Lady” olma hayalini mi gerçekleştirdi. O da bunca paraya değmez.
Peki ne olabilir?
Küreselleşme karşıtı, büyük altyapı yatırımları yapmaya hazırlanan bir Cumhuriyetçi Keynesyenin (?!), söylediklerini yapabilirse, hem Amerika’da hem de dünyada, ekonomik dengeleri yerinden oynatacağı kesin. Ama dediklerini yaparsa!
Dolayısıyla ne olursa olsun, dünya bir ay öncesine göre daha belirsiz. Piyasa oyuncuları daha endişeli. Risk primleri biraz daha yüksek. Yüksek borçlu ülkeler öncesine göre daha pahalı borçlanmaya hazırlanıyorlar. Borçlanma maliyetleri artıyor. Demek ki büyüme hızları daha yavaşlayacak.
Büyümesi yavaşlayan bir ekonomide faizler de yükselmeye başlayınca borcun yükü ve riski eskisine oranla daha yüksek olacak. Ne olursa olsun böylesi ortamlarda kamu ve özel sektör kim olursa olsun daha az borçlanmanın şartlarını oluşturmak zorunda. Oluşturamayan şirketler ve devletlerin orta vadede zora girme olasılığı artacak demektir.

Son söz: Bir defa borç alan sonra dilenir. (Ernest Hemingway)

1 yorum:

  1. Sevgili Hakan bey öncelikle tesekkürler ve keyifle takip ediyorum sizlerim..

    Şuan içinde yasadığımız günlerin kitabı yazılı degil, çok sonraları yazılacak ve dünya da genel manada bir kaos hakim.

    Hic bir devlet tam olarak ne yapacağını bilemiyor, genel yoksulluk düzeyi önce bizim gibi ülkelerde artıyor bu bir dalga ve tusunamı olarak gelişmis ülkeleri vurma ihtimali var.

    Artık halklar kendi ülkelerini yönetemiyor, ( belirttiginiz nedenler bağlamında ) bir dönem Avrupa da dinin zirve yapmasından sonra gelen yenilenme hareketleri gelecekte insanlıgı bekliyor.

    Evet risk dolu zor günlerden geciyoruz, bu ortamda yeğane hedef ayakta kalmak, sonrasını sonra düşünmek gerekiyor.

    Tekrar tesekkürler..

    YanıtlaSil