5 Nisan 2019

Özel sektörün dış borçlarını kim, nasıl ödeyecek?


Türkiye’nin dış borç stoku, 2018 yılı sonunda 445 milyar dolara inmiş. Verilere nominal büyüklük olarak bakınca sevinilecek bir gelişme.

Ancak, milli gelire oran olarak hesapladığımız reel borç yüküne bakınca iş değişiyor. Daha önce belirttiğim gibi, 1989 yılından bu yana en yüksek düzeye ulaşmış. Rekor kırılmış. Aşağıdaki grafikten de görüldüğü üzere, 2001 krizinde %56,5 olan dış borç/GSYH oranı, geçen yılsonunda %56,7 olmuş.



Dış borçların 298,4 milyar doları (% 67’si) özel sektöre ait. Oysa önceki kriz yıllarından önce, 1993 yılında özel sektörün dış borç stokundaki payı sadece %33, 2000 yılanda ise %46 imiş.



Şimdi bu saptamalardan yola çıkarak, yazıya bir kaç soru sorarak devam edeyim.

Grafiğe bir kez daha bakın. 1994 ve 2001 Krizlerinden önce dış borç/GSYH (milli gelir) oranı yükselmiş. Sonra 5 Nisan 1994 ve Şubat 2001 ‘te birçok önlem alınınca, reel dış borç azalmış.  

O zaman bunu başarmak daha kolaydı. Çünkü borçlu olan Hazine, yani kamu kesimi. Her iki dönemde de çözüm için IMF programları uygulanmış. Kamuda gelir ve harcama önlemleri alınmış, devletin borç ihtiyacı azaltılırken, dış borç geri ödeme yeteneği artırılmış.

Yani o zaman sorun devlette olduğu için çözüm de devlet üzerinden bulunmuş.

Oysa şimdi borçlu olan özel sektör. Borç azaltması gereken şirketler ve bankalar.

Bir hatırlatma yapayım. Bankalar dışarıdan aldıkları borçla, içeride şirketlere döviz kredisi verdiler. Dış borçlarını geri ödemek için, şirketlere verdikleri kredileri tahsil etmeleri şart.

Peki, şirketler dış borçlarını ödemekte zorlanırlarsa ne olacak?

Herkes 8 Nisan’da açıklanacak “Yapısal Reform Programını” (!) bekliyor. İçeriği konusunda çeşitli spekülasyonlar yapılıyor.

Öncelikle bir saptama yapmama izin verin. Gelinen aşamada yapısal reformların ön koşulu hukuk reformu. Bunun en önemli parçası yasama, yürütme ve yargı arsındaki güçler ayrılığı ilkesinin, çok güçlü bir şekilde hayata geçirilmesi olmalı. Buna ek olarak hukukun üstünlüğü, tüm yanlarıyla tesis edilmeli.

Yanı sıra, mesleki eğitimi öne çıkaran bir eğitim reformu da olmazsa olmazlardan.

Bunlar yapıldıktan sonra vergi reformu, şeffaflık/hesap verilebilirlik, kayıtdışılıkla mücadele, kamu ihale sisteminde değişiklikler gibi başlıklar geliyor. Sanayileşmeyi öne alan ve tarımsal üretimin arttıran teşvik ve destekleme sistemi de unutulmamalı.

Bunlar olmazsa olmaz. Ama yeterli değil. Asıl sorun, yukarıda da değindiğim gibi dış borçların ödenmesi, azaltılması.

Buna yönelik pek öneri duyulmuyor. Sadece son günlerde utangaç bir şekilde, “kötü banka” lafları telaffuz ediliyor. Bundan kast edilen, bankacılık sektöründeki batık kredilerin bir “kötü banka” da toplanması ve böylelikle bankaların tekrar daha fazla kredi verme yeteneğine kavuşması.

Kimse bunun nasıl olacağını konuşmuyor. Batan kredileri üstlenen “kötü banka” dış borçları ödemek için nereden kaynak bulacak? Hazine mi borçlanıp ona verecek? Yoksa o banka, hazine garantisi ile dış borç alıp, batık kredilerin borçlarını mı ödeyecek?

Soruyu daha geniş bir perspektiften soralım: Batan şirketlerin yükleri vatandaş tarafında mı ödenecek?

Soru çok. Batak kredileri kim seçecek? Dikkatli, titiz inceleme yaparak kredi veren ve batağı az olan bankalar ödüllendirilecek mi? Veya tam tersi bir soru sorayım: Önüne gelene kredi verenler nasıl cezalandırılacak? Dahası şirketlerini iyi yönetemeyen hissedarlara bir yük gelecek mi? Gelecekse nasıl hesaplanacak? Hangi kurum, hangi kurallara göre, cezayı nasıl uygulayacak?

Bu ve benzeri sorulara yeterli, tatmin edici cevaplar verilmeden hayata geçirilecek “kötü banka”, ileride vatandaşların vicdanında derin yaralar açabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder