Yazılarımda sık sık belirttiğim
gibi, kapitalizm içine düştüğü bunalımdan çıkış yolu bulmakta zorlanıyor.
Şartlar önceki krizlerden farklı. O günlerde lider ülkeler, sözü dinlenen akil
adamlar, iktisatçılar vardı. Örneğin 1929 Buhranından çıkarken Keynes’i herkes
dikkate aldı. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında, yeni hegemon ABD, kendi
isteklerini “demokratik (?!)” ortamda kabul ettirdi.
Benzeri bir gelişmeyi 1990’larda
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra gördük. ABD, AB ve Japonya yeni dünya
düzenini şekillendirirken “Washington Konsensüs”
diye bir projeyi dünyaya tanıttılar.
Küreselleşmenin ana ilkeleri bu
projeyle ortaya konuldu.
Özetle, dört ana ilkesi vardı: Bir,
mal ve hizmet ticareti serbestleşecekti. İki,
sermayenin sınır ötesi hareketlerine bir sınırlama getirtilmeyecekti. Üç, göç ve emeğin serbest dolaşımı
olabildiğince rahat olacaktı. Dört,
kamunun ölçeği küçültülecekti.
Önce uluslararası dev şirketler
fabrikalarını ucuz emek cenneti ülkelere
taşıdılar. Ama kendi ülkelerindeki maaş ve ücret gelirlerinin düştüğüne dikkat
etmediler. Düşen gelirler ve artan
işsizlik, özelikle gelişmiş ekonomilerde, tüketimi ve ekonomik büyümeyi
sekteye uğrattı.
Ardından dünya ekonomisi hızla finansallaşmaya başladı. Üretilen türev
ürünlerle akıl almaz riskler alındı. Ücret artışı verilmeyen çalışanlara borç
verilmeye başlandı. Sonunda 2009 yılında, önce sanayileşmiş ekonomiler çöktü.
Aslında çöken Washington
Konsensüsüydü.
Yeni popülist arayışların ilk
sözcülerinden birisi olan ABD Başkanı Trump bir söylem geliştirdi. Sonra buna
diğer sağcı popülist siyasetçiler eklenmeye başlandı. Bunlar serbest dış
ticarete, göçlere ve ne ilginçtir ki kamunun küçülmesine karşı çıkmaya
başladılar. Kamu daha çok harcasın, mali disiplin gevşetilsin, yeni vergi değil
borç alınsın böylelikle ekonomiye can suyu versin demeye başladılar.
Kısacası eski hikaye bitti.
Şimdi yenisi yazılmaya çalışılıyor.
Ama nasıl?
Kim, nerede yazacak?
Artık dünyada Çin gibi yükselen
piyasa ekonomileri var. Payları eskiye orana, oldukça büyüdü. Ve küreselleşme
yanlısı politika izliyorlar. Üniversite öğrencisi iken birisi bana bugünleri
tarif etseydi aklından şüphe ederdim. Şimdi Mao’nun Çin’i küreselleşme için mücadele ediyor, Amerika’yı korumacılıkla
eleştiriyor. Ama onun ve Rusya gibi diğer gelişmekte olan ülkelerin yeni
bir hikaye yazması mümkün değil. AB deseniz kendi derdine düşmüş, çıkış yolu
aramakla meşgul. Japonya yıllardır büyümeyi yakalamaya çabalıyor, olmuyor. ABD
de ise kafalar karışık.
Bu şartlarda Türkiye ne yapacağını bilemez bir durumda.
Büyümek için borçlanma seçeneğinin
yeni aşamalarına geçiliyor.
2003 sonrası dönemde kamu borcu
hızla azalırken, şirketlerin ve hanehalkının iç ve dış borçları zirve yaptı.
Ancak ekonomi istenen hızda büyüyemeyince borçların geri ödenmesinde sıkıntılar
başladı.
Çözüm olarak önce kredi
karşılık yönetmeliği yumuşatıldı. Bankalara yeni alan açıldı. Yetmedi, Kredi Garanti
Fonu (KGF) devreye sokuldu. Şimdi de
“banka sertifikası” üzerinden yeni
senaryolar hazırlanıyor. İstenen hızda büyümeme sorununun çözümü yeniden ucuz
borçlanmaymış gibi gösteriliyor.
Ama değil. Önce hanehalkının ve
şirketlerin harcanabilir gelirlerini çoğaltmak gerek. Bu bağlamda, kamunun
rolünü yeniden tanımlayan, eğitim ve hukuk başta olmak üzere vergi, teşvik,
sosyal güvenlik gibi alanlarda gerçek yapısal reformlara öncelik vermek lazım.
Bunlar dışındaki seçenekler, hastaya aspirin vermeye benzer. Kalıcı şifa
sağlamaz.
Son söz: Büyük
kusurlarımızın olmadığına inandırmak için karşımızdakine küçük kusurlarımızı itiraf
ederiz. (La Rochefoucauld)
Tüm bu olup bitenler aslında uzun bir süredir "borç ekonomisi" ya da "kredi ekonomisi" dediğimiz türden bir ekonomik paradigmanın içinde yaşadığımızı ve bunu normal kabul ettiğimizi gösteriyor. Artık açık vermek anormal ve utanılacak bir durum değil. Aksine normal ve istendik bir durum ve utanılacak olan durum ise bunu "finanse edememek" olarak algılanmakta. Bir süre idare etti ama artık borç verenler bile çıkmazda sanki.
YanıtlaSilTüm bunların altında aslında o büyüme denen sahte durum yatmakta bence. Tüm iktidarlar bu kutsal rakamı öyle önemsiyorlar ki açığı kapatmak yerine "amman büyüme düşmesin de ne olursa olsun" mantığıyla projeler ya da cinlikler üretiyorlar sanırım.
Saygılar.
Yanıtlamayacağım,bu iş artık b..a sardı.Venezuela örneği bile anlayana numunelik örnekki petrol gibi bir yeraltı zenginliği var ve durum ortada.
SilGlobalizm/küreselleşme aslında dünyanın borçla yöneltilmesi projesidir...
YanıtlaSilÖzellikle Eurobondlarla verilen borçların geri dönüşü yine satılan yeni Eurobondlarla sağlanmaktadır...
Bu politikanın en dipteki uzantısı; bireyleri de politik tercihlerini "işsiz kalır, borçlarımı ödeyemem" korkusu ile açıklayamaz duruma dahi getirmektedir...