9 Haziran 2016

Sorunlu banka kredilerine ekonomik bakış

Geçen ay toplanan T. Bankalar Birliği (TBB) Genel Kurulunda yapılan sunumda; “Mevcut eğilim devam ederse 2018’de fiili sınıra ulaşılacak ya da kredi büyümesi yavaşlayacak” ifadesi yer aldı.

Bu kadar borçlu ve büyümesi iç tüketime ve krediye bağlı bir ekonomide, yeni borç verilmeyecek duruma gelinmesi önemli bir uyarıdır.

Buradan hareketle bankacılık sektöründeki bazı rakamlara ve sorunlu kredilerdeki gelişmelere bir göz atacağım.

Ancak baştan bir konuyu belirtmemde büyük yarar var. Burada yapacağım değerlendirmeler tamamen iktisadi bir bakış açısı içermekte, muhasebe, daha doğrusu banka bilançosu değerlendirmekle hiçbir bağlantısı bulunmamaktadır. Diğer bir deyimle, aşağıdaki yorumlardan yola çıkarak bankaların karlılıkları üzerine bir görüş oluşturulamaz.

Gelelim sektörde önemli gördüğüm bazı verilere:

Son 14 yılda bilançolarda önemli bir değişim olmuş. 2002 yılında sektörün aktif toplamının yüzde 25 kredi iken bu oran yüzde 63’e çıkmış. Böylelikle, toplam kredilerin GSYH’ye oranı yüzde 15’ten, yüzde 77’ye ulaşmış. Sıra dışı bir büyüme performansı yaşanmış.

Sektörün dağıttığı nakit proje kredilerinin yüzde 47’si, toplam taahhütlerin yüzde 50’si enerji sektörüne verilmiş. (Enerjide çıkarılan kanunlara bir de bu gözle bakın)

Aşağıdaki tabloda, 2012-15 yılları için, yapılandırılan (sorunlu) krediler yer alıyor. Yeniden hatırlatayım. Tablo iktisadi bir yaklaşımı içeriyor. Banka bilançolarına baktığınızda sadece tahsili gecikmiş alacakları (TGA) görürsünüz. Örneğin varlık yönetim şirketlerine satılan ve iflas belgesine bağlananlardan oluşan silinen kredileri göremezsiniz. Dahası, faiz ve anapara ödemesinde sorun olmadığı halde ek süre istenenler ile bir veya birkaç taksiti ödenemeyen kredilerden oluşan yapılandırılmış krediler de muhasebe kaydı olarak sorunlu görünmez.

Bu açıklamalar ışığında sorunlu kredilerdeki değişime bakınca, sektörel olmaktan çok, iktisadi sıkıntılar ortaya çıkıyor. İlki sorunlu kredilerin toplam krediler içindeki payı geçen yıl, önceki yıla göre bir puan artarak yüzde 7,2’ye ulaşıyor.

Öte yandan, bu tür kredilerin öz kaynaklara oranına bakınca yüzde 35 gibi bir değere ulaştığını görüyoruz. Muhasebe ve bankacılık kuralları açısından sadece TGA’ın öz kaynaklarla ilişkisi önemlidir. Sektörün sermaye ihtiyacı açısından bu oran önemlidir. Bununla beraber sorunlu kredilerin öz kaynaklara yük olmaya başladığını izlemek için toplamı içeren orana bakmakta da yararlı olabilir. Ekonominin geleceği açısından, karar alıcıların bu gelişmeyi dikkate almadan adım atmaları zor olacaktır.


Sektörde tek dikkat edilmesi gereken veri krediler değildir. Aktiflerin mevduatla fonlanan kısmı 2002 yılında, yüzde 65 iken 2015 yılı sonunda yüzde 53’e düşmüştür. Bu azalışa rağmen kredi verilebilmesinin önünü kısmen Hazine açmıştır. 2003 – 2016 Mart arası dönemde bir trilyon lira artan krediler, yüzde 64’ü oranında mevduatlardaki artıştan, yüzde 28’i Hazine’nin daha az borçlanması sonucu yaratılan kaynaklardan fonlanmıştır.

Diğer yandan, bankaların yurtdışından aldıkları dövizli borçlar toplam aktifin yüzde 13’üne ulaşmıştır. Yani, sektör dışarıdan borç alarak içeride kredi dağıtmaktadır. Çok fazla olmasa da dışa bağımlıdır.

Fiili sermaye yeterliliği yüzde 13,5 düzeyindedir. Yasal alt sınırın üzerindedir. Ancak TGA görülen artış hızı böyle gider ve gerekli önlemler alınmazsa, yazının başında belirttiğim gibi, ileride daha fazla kredi vermede sorunlar yaşanabilecektir.
Son söz yerine şu söylenebilir. Ekonomi gerekli büyüme hızına ulaşmazsa, öncelikle küçük esnaf, KOBİ’ler ve hanehalkı borç ödemekte daha da zorlanacak. Ekonomik sıkıntılar, alttan ve derinden yayılmaya devam edecek.


Bilginize.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder