10 Eylül 2014

Bankacılıkta eski günlere mi dönüyoruz?

Önce uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu FITCH’in açıklaması geldi. Bankaların devamlı dışarıdan borçlanarak kredi dağıttıklarına dikkat çekerek, Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) dolar dağıtımında frene basması durumunda, bizim finansal sektörün kırılganlıklarına dikkat çekti.

İlginçtir, ne borsa ne de diğer finansal piyasalar haberi pek dikkate almadılar.

Yanı sıra başta siyasetçiler olmak üzere bazı kamu yetkililerinin bir katılım bankası hakkında söylem ve uyarıları duyulmaya başlandı. Alenen bir bankanın kapatılması hakkında görüşler ortalıkta konuşulur oldu.

Yine ilginçtir, ne yargı ne de piyasalar buna bir tepki vermedi Piyasaların oportünist tavrı onların “fıtratında var”. Dolayısıyla anlamak kolay. Ama hem BDDK hem de yargının devreye girip, ilgililer hakkında işlem yapmaması pek anlaşılabilir bir tavır değildi.

Sonrasında Ziraat Bankası’nın New York şubesinde FED’in kara para soruşturması başlattığı şeklinde duyumlar çıktı. Habere kimi yalan dedi, kimi ciddiye almadı.

Bunlar yetmezmiş gibi, son günlerde sosyal medyada 10 bankanın sorunlu olduğu ve BDDK’nın işleme hazırlandığı yazıldı.


Sanırım sayı büyüyünce insanlar biraz olsun “ne oluyor?” demeye başladılar.

Ağalar, beyler ben bu tür gelişmelerden pek hoşlanmam.

Tamam paradigma değişti. Benim hatırladığım günler çok gerilerde kaldı. Ama değişmeyen bir şey var. Bankacılık özünde güven müessesesidir. Adları bir kez ağızlarda dolaşır, medyada olur olmaz herkesin ağzında malzeme olursa, sonrası tamir edilemez sonuçlar doğurabilir.

Bana ne demeyin sonu yine hepimizi ilgilendiriyor.

Hiç unutmam. Yıl 1998. Londra Büyükelçiliğinde görevliyim. Dünya Uzakdoğu Asya ve Rusya Krizleriyle boğuşuyor. Türkiye ekonomisi de 94 Krizinin yaralarını saramadan bu sarmalın içine düşmüş boğuşuyor.

Dönemin ekonomiden sorumlu devlet bakanı, Londra Türk Bankacılar Derneği’nin öğle yemeğinde bir konuşma yaptı. Ekonomiyi değerlendirdi. İçten bir konuşmaydı. Sonundaki soru-cevap bölümünde bir yabancı bankacı kaç bankanın devlet gözetiminde olduğunu sordu.

O zaman daha BDDK kurulmamıştı. Tüm bankacılık işlemleri Hazine Müsteşarlığı’nın sorumluluğundaydı. Bir bankanın  sorunu varsa Hazine ilgileniyordu ve bakanın onayı olmadan pek çok işlem yapılamıyordu. Şimdiki gibi yetki ve sorumluluk “bağımsız(!) bürokraside” değildi.

Yemekteki soruya bakan kısa bir cevap verdi: “On üç bankayı yakından takip ediyoruz” dedi.

“Çarşı karıştı.”

 Başta Londra olmak üzere Türkiye ile ilgilenenler bir anda ortalığa döküldüler. Ankara, İstanbul, New York, Washington (IMF, Dünya Bankası) olmak üzere herkes birilerine ulaşıp bankaları hangileri olduğunu öğrenmeye çalışıyordu.  

Akşam beni arayanlardan öğrendiğim banka isimlerini bir araya getirdiğimde çarpıldım. O zaman 60’tan fazla olan bankanın 35 kadarının adı konuşuluyordu. Türk finansal sistemine olan güven çökmüştü. Ertesi gün, dışarıdan borç almak isteyen bankaların maliyeti neredeyse yüzde 50 artmıştı.

Sonrasını biliyorsunuz zaten. 2001 Krizinde Hazine, IMF’den borçlandığı milyarlarca dolarla finansal sistemi ayağa kaldırabildi. Yani batan bankalar bizim paramızla kurtarıldı. Birilerinin beceriksizliğinin, aç gözlülüğünün bedelini, maliyetini biz ödedik.


O günler geride kaldı diyebilirsiniz. Haklısınız. Ama sistemin çalışma esasları pek değişmedi. Güven yine ana unsur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder