31 Mayıs 2014

Birinci yılında Gezi’yi anarken

Geçen yıl yaşananları, kimileri dış mihraklar kolaycılığıyla kimileri de orta sınıfın isyanıyla açıklamaya çalıştı. Ne istihbaratçıyım ne de sosyolog. Dolayısıyla kesin ve doyurucu bir tahlil yapamazsam beni bağışlayın. Ama izin verin bir deneme yapayım. Bazı sorular sorarak olayın değerlendirilmesine katkı sağlamaya çalışayım.

Anlamak için sorgulamak


Şöyle düşünerek başlayalım. Siyasetçi neden şehrin bir yerine hangi inşaatın yapılacağına karar verir? Çok bildiğinden desek, tüm siyasetçilerin mühendis veya şehir plancısı olması gerekir. Değiller.

O çevrede yaşayanlar çok eğitimsiz, kendi kararlarını verebilecek kadar aklıselim sahibi değiller desek yanlış olur. Çünkü Gezi’ye ilk gelip çadır kuranlar, tam tersine bu ülkenin iyi eğitimli gruplarının temsilcileri.

Hayır, Gezicilerin asıl amaçları tamamen siyasiydi desek hiç değil. Çünkü işin içine küçük, kenarda kalmış “ne idüğü belirsiz” siyasi gruplar girince, ilk günlerdeki meydanda el ele beraberce eylem yapanlar meydandan çekildiler.

Daha ilginç olan şey, sonradan ortalıkta görünenlerin bazıları, bize 1970’li yıllardaki provokatörleri hatırlattı.  Bizim nesil bu konularda şerbetlidir. Polis panzerinin kurşungeçirmez lastiklerine tabancayla ateş eden parkalıları biliriz. “Ne idüğü belirsiz” bu tipler 13 Eylül 1980 sabahından sonra yok oldular. Çok iddialı konuşmayayım ama onların yetiştirmeleri yine ortalıkta görünmeye başladı gibi sanki.

Her işe politikacılar karar verir. Tüm tercihleri onlar yapar.

Bana göre en önemli etken yerleştirilmeye çalışılan demokrasi anlayışı. Yani her toplumsal kararı, “milli iradeyi temsil ettiği” için sadece siyasetçilerin alabileceğini düşünmek.

Hâlbuki gelişmiş çağdaş demokrasilerde tam tersi yönde gelişmeler yaşanıyor. Bazı kararları oydaşlara bırakma eğilimi yaygınlaşıyor. Örneğin bir mahallede imar değişikliği yapılacaksa mutlaka orada yaşayanların çoğunluğunun onayı alınıyor. Tabi bunun bir sonucu da oluyor. Eğer imar değişikliği ile konut ve arsalar değerleniyorsa sahiplerinden daha fazla vergi alınmaya başlanıyor. Öyle bizdeki gibi, devletin sırtından zengin olalım ama hiç vergi vermeyelim gibi çıkarcı bir anlayış oralarda pek yok.

Zaten bizdeki sorunun özü de burada yatıyor. Kamunun aldığı kararlar ve yaptığı değişikliklerle yandaşlar, kardaşlar ve sırdaşlar; durdukları, oturdukları yerde hiç para harcamadan zengin olabiliyorlar.

Zengin olmak ayıp mı? Hayır. Ama zenginliği paylaşmak, yaygınlaştırmak ve ondan vergiyle devlete kaynak sağlamak varken bunu birkaç kişiye perde gerisi işlemlerle sağlamak yanlış.

Gezi’de böyle mi oldu derseniz başlangıçtaki algı böyleydi. AVM yapmak için park yıkmaya tepki olarak, gayet masum başlayan eylemlere gece yarısı en ağır şekilde müdahale edilince ortalık karıştı. İnsanlar direnmeye başladı. Ardından devlet daha da sertleşti. Olaylar Türkiye’ye yayıldı. İnsanlar despotik yaklaşımlara, uygulamalara karşı çıktılar. Ölenler, gözünü kaybedenler, yaralananlar oldu.

Artık Türkiye’de yeni bir dönem başladı. Demokrasi ve kurumları daha çok sorgulanıyor. İnsanlar iş ve aşın yanında refahtan daha fazla pay almayı hedeflemeye başladılar. Daha çok özgürlük istiyorlar.

Anlayacağınız Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Mustafa Sarı, İrfan Tuna,  Selim Önder, Ethem Sarısülük, Zeynep Eryaşar,  Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Serdar Kadakal ve Berkin Elvan boşuna ölmediler.


Diğer yurtseverleri nasıl kalbimizde yaşatıyorsak onları da unutmayacağız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder